Bu hukuk sistemi, bütün beşerî hukuk sistemlerinden ayrı bir yapıya sâhiptir. Kaynağı tamâmen ilâhî olup, insanların düşüncelerinden doğmamıştır. Tamâmen dînî hükümlere dayanmaktadır. Bu hükümler, Kur’ân-ı kerîmden, hadîs-i şerîflerden, icmâdan ve yüksek din âlimlerinin ictihâdlarından çıkmıştır (Bkz. Ahkâm-ı Şer’iyye). Nass’ın (âyet ve hadisin) bulunmadığı yerde örf ve insanlar arasında yerleşmiş âdetlere göre hüküm verilebilir. Çünkü İslâm dîninin yasaklamadığı âdetlerde zamâna uyulur ve dînî nassları ispat için umûmî ve husûsî örf ve âdetler hakem kılınır. Örf ile tâyin, nass ile tâyin gibidir. Bir şeyi insanların hepsinin kullanması, zarûret olur ve ona uymak mecbûriyetinde olan kişinin hâline delil teşkil eder. Örf ve âdet hükümleri, Mecelle’nin 36, 45’inci maddeleri arasında düzenlenmiştir.
İslâmiyette bütün ilimler ve bunların usûl ve hükümleri, Kur’ân-ı kerîmden çıkarılmıştır. Bu hükümler, her zaman ve her yerde geçerlidir ve bir değişiklik olmaz. Kur’ân-ı kerîmin bildirdiği hükümlerin bir kısmı, Allahü teâlânın haklarını ve diğer kısımları ise, insanların haklarını bildirmekte ve bunların muhâfazasını ve haksızlığa uğrayanların kurtarılmasını sağlamaktadır. Îmân etmek ve ibâdet vazifelerini yerine getirmek Allah’ın hakkıdır. İnsanların cemiyet hayatında, birbirleriyle yapmak zorunda kaldıkları ve daha çoğu günlük hayatını ilgilendiren muâmelelerinde, âilenin kurulmasını ve sona ermesini sağlayan sözleşmelerde veya tek taraflı tasarruflarda ve İslâm dîninin suç olarak bildirdiği fiilleri işleyenlerin cezâlandırılmasında şahısların hakları düzenlenmiş olup, her biri hakkında ayrı arı hükümler konmuştur.
İslâm hukûkunun içine giren bu konuları düzenleyen ve öğreten ilme “Fıkıh ilmi” denir (Bkz. Fıkıh). Fıkıh ilmini ilk olarak sistemleştiren İmâm-ı A’zam Ebû Hanîfe’dir. Fıkıh ilmi çok geniştir. Başlıca dört büyük kısma ayrılır.
1- İbâdetler: Allah’ın hakları olup, namaz, oruç, zekât, hac ve cihâd olmak üzere beşe ayrılır. Bunlar bugünkü mânâda hukûkun konuları arasında değildir.
2- Münâkehât: İslâm âile hukûkunun bütün konularını bildirir. Evlenme, boşanma, nafaka gibi birçok dalları vardır.
3- Muâmelât: Mâli konuları düzenleyen, eşyâ hukûkunu (aynî hakları), borçlar hukûku ve ticâret hukûkunun konularını içine alır. Alışveriş, kirâ, şirketler, fâiz, mîras vs. gibi birçok bölümleri vardır. Mîrâs hukûku “Ferâiz ilmi” adı altında geniş olarak anlatılmaktadır. Muâmelâtın birçok bölümleri Mecelle’de 1851 madde hâlinde kânun şekline getirilmiştir. (Bkz. Mecelle)
4- Ukûbât: İslâm cezâ hukûkunu ve usûl hukûkunu düzenleyen kısımdır. Kur’ân-ı kerîm’de beş çeşit cezâ açıkça bildirilmiştir. Bunlar kısas, sirkat (hırsızlık), zinâ, kazf (zinâ iftirasında bulunmak) ve riddet (müslümanlıktan ayrılmak, mürted olmak) tir.
Ukûbât; “Had” “Kısas” ve “Ta’zir” olarak üçe ayrılır. Beş suça, had cezâsı tatbik olunur. Bunlar; zinâ, şarâp içmek, alkollü içkiyle sarhoş olmak, bir kimsenin (erkek veya kadın) nâmusuna iftirâda bulunmak, hırsızlık ve yol kesiciliktir. Kısas, yaralamak ve öldürmek suçlarında uygulanır. Ta’zir cezâları, çok çeşitli olup, tenbih, ihtâr, tekdir, dövmek, hapsetmek ve öldürmeye kadar gider. Suça ve şahsa uygun olan verilir. Ta’zir, hadden daha hafif cezâ ile cezalandırmaktır. Bunların suçluya takdiri hâkime âittir.
Fıkıh ilminin konuları, daha ziyâde, husûsî (özel) hukûkun konuları arasında yer alan hükümleri düzenlemektedir. Amme (Kamu) Hukûkunun düzenleyici kuralları, tamâmen İslâm devlet başkanıın (halîfenin) tasarruflarına bırakılmıştır. Devlet başkanı, azledilmek ve yaptığı işlerden dolayı cezâlandırmak korkusu olmaksızın, Kur’ân-ı kerîmin bildirdiği hükümlere bağlı kalarak adâleti sağlamak, ammenin (kamunun) ve fertlerin haklarını korumak üzere gerekli gördüğü her türlü icrâatta bulunmak yetkisine sâhiptir.
İslâm Kamu Hukûkunun hilâfet (devlet başkanlığı) ve bunun kamu görevlerinden olan cihâd (İslâmiyeti yaymak), adâleti gerçekleştirmek, zekât, cizye ve haracın tarh ve tahsili, cezâların tenfizi, siyer ve fıkıh kitaplarında geniş olarak açıklanmıştır. İmâm-ı Mâverdî’nin Ahkâmüs-Sultâniye kitabında İslâm Kamu Hukûku en geniş şekilde anlatılmaktadır.
Müslümanlar birçok hukuk ilminin temellerini atmışlar ve hukûkun sâhasını genişletmişlerdir. Hukuk Metadolojisi ilminin, Devletler Hukûkunun, Amme Hukûkunun ve Hukuk Sosyolojisinin kurucuları olmuşlardır. İmâm-ı Şâfiî’nin Risâle’si, İmâm-ı Muhammed Şeybânî’nin Siyer-i Kebîr’i ve buna İmâm-ı Serahsî’nin yaptığı şerhi, İmâm-ı Mâverdî’nin ve Kâdı Ebû Ya’lâ’nın Ahkâmus-Sultâniyye’leri ve İbni Haldun’un Mukaddime’si bu sâhadaki yazılan ilk eserleri teşkil ederler.
Bir yanıt bırakın