Alm. Fälligkeit (f); Verjährung (f), Fr. Prescription (f), İng. Prescription, limitation. Zaman aşımı; kânunî şartlar altında belli bir sürenin gelmesiyle bir hakkın kazanılması veya bir borçtan kurtulma yolu. Lügatte, zamanın geçip gitmesi mânâsınadır.
Mürûr-ı zaman, hakkın kendisini değil, sâdece dâvâ açmayı düşürür. Bir dâvâ için kânunda belirtilmiş sürenin geçmesi durumunda, hak sâhibi kişi normal olarak dâvâ hakkını kaybetmiş demektir. Fakat bu sürenin geçip geçmediğini hâkim, re’sen (vazifesi icâbı) dikkate almaz. Dâvâlının zaman aşımı süresinin geçtiğini ve hakkın mürûr-i zamana uğradığını ileri sürmesi gerekir.
Zaman aşımı sonunda şâyet bir hak kazanılıyorsa buna “İktisabî mürûr-ı zaman” bir külfetten, borçtan kurtulma söz konusu ise “İskatî mürûr-ı zaman” söz konusu demektir.
Borçlar Kânunu’na göre: Borç için kânunda gösterilen sürenin geçirilmesinden sonra yapılan ödeme mûteber bir ödeme sayılmaktadır. Yâni borçlu, borcunun zaman aşımına uğradığını ödedikten sonra farketse alacaklıdan parasını geri alamaz. Halbuki kânunda gösterilen süre bir “Hak düşümü süresi” ise, bu sürenin geçip geçmediği hâkim tarafından da ileri sürülebilir. Bir borç için tesbit edilen süre, hak düşümü süresiyse, yâni hakkı ortadan kaldırıcı bir süre ise, bu sürenin geçtiğinin farkına varamayan borçlu borcunu ödemiş de, sonradan farkına varmışsa verdiği parayı geri alabilir.
Borçlar Kânunu’na göre, başka bir düzenleme yoksa, her dâvâ on yıllık zaman aşımına tâbidir. (Md. 125). Medenî Kânun bâzı hakları altı aylık (Md. 119, 129, 130), bâzı hakları da bir senelik (Md. 436, 437, 501, 513, 579) mürûr-ı zamana tâbi tutmuştur.
Medenî Kânun, bir gayri menkulün mülkiyetinin iktisâbı için iki ayrı mürûr-ı zaman şekli tesbit etmiştir. M.K. 638 göre, haklı bir sebep olmaksızın, tapu sicilinde kayıtlı analiz sıfatı ile kayıtlı bulunan bir gayri menkulü fasılasız ve nizasız on sene müddetle ve hüsniyetli olarak elinde bulunduran kimse o yerin mâliki sayılır. Sâhipsiz veya sâhibi adına tapuya tescil edilmemiş bir gayrimenkule nizasız ve fasılasız yirmi sene müddetle ve mâlik sıfatı ile elinde bulundurmuş olan kimse, o gayrimenkulü kendi mülkü olmak üzere, tapuya tescilini talep edebilir (M.K. Md. 639).
Cezâ Hukûku’nda, farklı mürûr-ı zaman süreleri kabul edilmiştir. Suçlu hakkında cezâ dâvâsı açmak için belirtilmiş süreler vardır. Bu süre geçmişse sanık hakkında dâvâ açılamaz. Kezâ, belli bir cezâya çarptırılan mahkûm kişi de belli süre kaçar, yakalanmazsa süre geçtikten sonra mahkûm edilemez.
Şahsa bağlı haklarda, (nafaka hakkı, isim üzerindeki haklar gibi) mürûr-ı zaman yoktur. Bu haklar her zaman tâkip edilebilirler.
Mürûr-ı zaman, bâzı sebeplerle kesintiye uğramışsa, geçen zaman, normal zaman aşımına dâhil değildir. Yâni geçen süre hesaba katılmaz. Buna “Mürûr-ı zamanın kat’ı (kesilmesi) denir. Mürûr-ı zamanın durması durumunda ise, işlemiş müddet (geçen zaman) hesaba katılır. Yani mürûr-ı zaman durduğu andan îtibâren devam eder.
İslâm Hukûku’nda, Mürûr-ı zaman ile hak sâkıt olmaz. Yâni mürûr-ı zaman sebebiyle asıl hak sâhibi, bu hakkından mahrum kalmaz ve bu sürenin geçmesi, başkasına bir hak sağlamaz. Şu kadar var ki mürûr-ı zaman, o hakka âit dâvânın dinlenmesine mâni olur. Yalnız Mürûr-ı zamâna dayanarak başkasının hakkına sâhip olmak iddiasında bulunmak, bir haksızlıktır. Bu yol ile bir hakka, mala sâhip olmak haramdır, yasaktır. Hattâ zamânın geçmiş olmasına rağmen, aleyhinde dâvâ açılan kimse dâvâcının iddiasını tasdik ve îtirâf ederek borcunu ikrâr etse, dâvâ dinlenir ve borçlunun aleyhine verilen hüküm geçerli olur.
İslâm Hukûku’nda iki çeşit mürûr-ı zaman kabul edilmiştir. Birincisi; ictihâd hükmüdür ki, bunun müddeti 36 senedir. Bu kadar müddet terk edilen bir dâvâ artık dinlenemez. Bir dâvâyı ikâmeye (mahkemede açmaya) gücü yeterken ve bu kadar müddet içinde şer’î bir özürü yokken terk edilen dâvâ artık dinlenmez. İkincisi; devlet başkanının tâyin ettiği mürûr-ı zamandır ki müddetleri 10 sene, 15 sene gibi muhtelif olabilir. Bu kadar zaman terk edilen bir hakka âit dâvâyı dinlemekten hâkimler yasaklanmış olur. Bununla berâber böyle bir dâvâyı dinlemekten bir hâkim menedildiği hâlde, diğer bir hâkim menedilmeyebilir. Bir de, bir devlet başkanının mürûr-ı zamandan dolayı bir kısım dâvâları dinlemekten hâkimleri men etmesi, onun vefât etmesiyle sona erer. Onun yerine geçen devlet başkanı tarafından da bu yasak kabul edilmezse, hâkimler bu dâvaları dinleyebilirler. Bu çeşit mürûr-ı zaman için tâyin edilen müddetler, halkın birbirini yalan ve uydurma şikâyet etmesini yasaklamak için, devlet başkanı tarafından uygun görülen zamanlardır.
İslâm Hukuku’nda, mürûr-ı zaman müddetleri olarak, her türlü hukuk davalarında şu beş hâlden birisi kabul edilmiştir:
- (36) senelik mürûr-ı zaman: Her türlü vakıf dâvâlarında ve arâzi sâhiplerinin, arâziyi tasarruf edenlere (kullananlara) karşı ileri sürdüğü dâvâlarda bu müddet esastır. Mecelle’nin 1661 ve 1662. maddelerinin şerhlerinde, bu müddete ilişkin çeşitli meseleler açıklanmıştır.
- (15) senelik mürûr-ı zaman: Ödünç vermekten veya satıştan ve kirâdan, vedia, âriyet, vergi, mülk âkârı (arâzi gelirleri) ve mîrastan olan şahsî alacaklar için, 15 hicrî sene özürsüz terk edilmiş dâvâlar, borçlu inkâr ederse dinlenmez. Fakat alacaklıların hakkı zâyi olmaz. Yâni borçlu ikrâr edince borcunu ödemesi, her zaman lâzım olur. (Mecelle’nin 1660’ıncı maddesinin şerhi). Ayrıca şahısların yol (geçiş), sulama ve su akıtma (mecrâ) haklarına âit dâvâlar, eğer mülk âkârda ise, yine (15) senelik mürûr-ı zamâna tâbidir. Bu müddet geçince dâvâ dinlenmez. (Mecelle, 1662’nci Md.).
- (10) senelik mürûr-ı zaman: Mîrî arâzi dâvâları ile bu arâziye âit yol (geçiş), su akıtma (mecrâ) ve sulama haklarına âit dâvâlar 10 sene geçince dinlenmez. (Mecelle, 1662’nci Md.).
- (2) senelik mürûr-ı zaman: Eski arâzi kânununun ekinde bildirildiği üzere, boş ve mîrasçısı kalmamış arâzilerden hükümetin emriyle muhâcirlere (göçmenlere) verilen ve onlar tarafından üzerinde zirâat yapılan ve binâ inşâ edilen arâzi hakkında, özürsüz (2) sene geçtikten sonra, başkası tarafından açılacak tasarruf dâvâsı dinlenmez.
- Bir aylık mürûr-ı zaman: Şuf’a (komşuluk hakkı) dâvâlarında şefî, iki şâhit yanında şuf’a talebinde bulunduktan sonra, eğer başka bir memlekette bulunmak gibi özürü yokken mahkemeye dâvâ açmayı bir ay geciktirmişse şuf’a hakkı düşer. (Bkz. Şuf’a)
İslâm Hukuku’nda, mürûr-ı zamana âit çeşitli meseleler, Mecelle’nin 1034, 1660-1675’inci maddelerinde ve bunların şerhlerinde düzenlenmiştir. (Bkz. Mecelle)
Bir yanıt bırakın