Eshâb-ı kirâmın büyüklerinden.
610 yılında Medîne’de doğdu.
665 (H.45) veya 674 (H.55)te aynı yerde vefât etti.
Nesebi; Zeyd bin Sâbit bin Dahhâk bin Zeyd bin Lûzân bin Amr bin Abdiaf bin Ganm bin Mâlik bin Neccâr el-Ensâriyyi’l-Hazrecî, Benî Neccâr’dır. Annesi, Nevvâr binti Mâlik bin Muâviye bin Adî’dir. Künyesi, Ebû Sa’îd veya Ebû Sâbit’tir. Ayrıca Ebû Hârice veya Ebû Abdurrahmân da denilmektedir. Lakabı ise el-Kârî’ veya el-Mukrî veya el-Farzî yâhut da Kâtib-ül-Vahy, Hibr-ül-Ümme’dir. Babası Sâbit hicretten önce Evs ile Hazrec kabîleleri arasında (Yevm-ül-Buâs) adıyla bilinen bir muhârebede ölmüştü. Babası öldüğünde çocuk olan Zeyd “radıyallahü anh” henüz altı yaşlarında idi. Annesi tarafından büyütüldü, yetiştirildi.
Peygamber efendimiz “sallallahü aleyhi ve sellem”, İslâmiyeti yaymak üzere Eshâb-ı kirâmdan Mus’âb bin Umeyr’i (radıyallahü anh) Medîne’ye göndermişti. Bu sırada on bir yaşlarında olan Zeyd bin Sâbit de, Mus’ab bin Umeyr vâsıtası ile Müslüman oldu. Müslüman olunca hemen, Kur’ân-ı kerîmin vahyolunan âyetlerini ezberlemeye başladı. Bir taraftan ezberliyor, bir taraftan da Benî Neccâr kabîlesinin çocuklarına öğretiyordu. Kur’ân-ı kerîme olan muhabbet ve sevgisinden Peygamber efendimiz Mekke’den Medîne’ye hicret etmeden önce, on yedi sûreyi ezberlemişti. Hicretten sonra, Peygamberimiz onun bu hâlini büyük bir memnûniyetle karşıladı.
Bedr Savaşı yapıldığında Zeyd bin Sâbit on üç-on dört yaşlarında idi. İslâm ordusu hareket etmek üzereyken o da katılmak istedi. Fakat yaşı küçük olduğu için Resûlullah efendimiz izin vermedi. Emre itâat edip Medîne’de kaldı. Aynı sebeple Uhud Savaşına da katılamadı. Hendek Harbinde hazırlık için önce hendek kazma işinde çalışmış, sonra savaşa katılıp, büyük fedâkârlıklar göstermişti. Peygamberimiz; “Bu ne güzel bir genç.” diyerek onu taltif buyurmuşlardır.
Tebük Gazvesinde Mâlik bin Neccâr’ın sancağını Ümâre bin Hazm taşıyorken Resûl-i ekrem, sancağı alıp, Zeyd bin Sâbit’e vermiş, Ümâme’nin, “Yâ Resûlallah! Yoksa aleyhimde bir şey mi duydun?” demesi üzerine de; “Hayır! Kur’ân-ı kerîm öncedir. Zeyd ise Kur’ân-ı kerîmi senden daha çok bilir.” buyurmuştur. Hudeybiye Antlaşmasında, Mekke’nin Fethinde, Huneyn Gazvesinde ve Tâif Muhâsarasında ve Vedâ Haccında bulunmuştur. Resûl-i ekrem efendimizin vefâtından sonra, hazret-i Ebû Bekr devrinde meydana gelen Yemâme Harbine katılarak, yalancı peygamberlik iddiâ eden Müseylemet-ül-Kezzâb’a karşı savaşırken yaralanmıştı.
Resûl-i ekrem “sallallahü aleyhi ve sellem” efendimizin hayâtı müddetince, vahy kâtipliğinden başka, yazılar da yazardı. Peygamberimiz, bâzı hükümdarlar tarafından gönderilen mektupların hatâsız tercüme edilmesi için, Zeyd’e (radıyallahü anh) Süryânî ve İbrânî lisanlarını öğrenmesini emir buyurmuşlardı. Çok zekî olan hazret-i Zeyd, on beş gün gibi kısa bir zamanda, her iki dili de öğrenmeye muvaffak olmuştu. Bundan sonra bu lisanlarla Medîne’ye gönderilen hükümdarların mektuplarını tercüme etti.
Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem” vefât ettiği sırada Eshâb-ı kirâmdan Kur’ân-ı kerîmi tamâmen ezberlemiş olan çok hafız vardı. Hazret-i Ebû Bekr zamânında dinden dönme olayları sebebiyle çıkan savaşlarda çoğu şehit olmuştu. Yemâme Savaşında yetmiş hâfız şehit edilmiştir. Böylece sayıları bir hayli azalmaya başlamıştı. Bu durum karşısında hazret-i Ömer, hazret-i Ebu Bekr’e mürâcaat edip, o zaman dağınık sahifelerde yazılı olan Kur’ân-ı kerîm âyetlerinin bir kitap hâlinde toplanmasını ricâ etti. Hazret-i Ebû Bekr bu iş için Zeyd bin Sâbit’i çağırıp; “Ey Zeyd sen genç ve akıllı birisisin. Senin ayıplanacak ve seni töhmet altında bırakacak hiçbir hâlin yoktur. Resûl-i ekremin hayâtında O’nun vahiy kâtibi idin. Sen Kur’ân-ı kerîm âyetlerini bir araya topla” buyurdu. Bunun üzerine Zeyd bin Sâbit bu iş için bir heyet kurarak büyük bir titizlikle ve gayretle Kur’ân-ı kerîm âyetlerini bir araya toplayıp mushaf hâline getirdi. Bu mushafı hazret-i Ebû Bekr’e teslim etti. (Bkz. Kur’ân-ı Kerîm)
Hazret-i Ömer halîfeliği sırasında Zeyd bin Sâbit’i Medîne kâdılığına tâyin etti. Medîne’den bir yere gidince de Zeyd bin Sâbit’i yerine vekil olmak üzere Medîne’de bırakırdı. Hazret-i Ömer’in danışma meclisinde bulunurdu.
Zeyd bin Sâbit, hazret-i Osman’ın halîfeliği sırasında da ona en başta gelen yardımcılardan olmuştur. Hazret-i Osman onu Beytülmâl emini tâyin etti. Hazret-i Ebû Bekr devrinde bir kitap hâlinde bir araya getirilen Kur’ân-ı kerîmin tek nüshası, hazret-i Osman’ın emriyle Zeyd bin Sâbit başkanlığında bir heyet tarafından altı tâne daha mushaf-ı şerîf yazılıp, belli merkezlere gönderilmiştir. Hazret-i Ali zamânında Medîne’den ayrılmamıştır.
Hazret-i Muâviye’nin halifeliği sırasında elli yaşının üzerindeyken Medîne’de vefât etti. Vefât haberi Müslümanları çok üzmüştür. Cenâzesinde Abdullah ibni Abbas, Saîd bin Müseyyib ve Ebû Hureyre de bulunup, göz yaşı dökmüşlerdir. Cenâze namazını Mervan bin Hakem kıldırdı.
Zeyd bin Sâbit “radıyallahü anh”, Eshâb-ı kirâm arasında, ferâiz bilgilerini en çok bilendi. Nitekim bir hadîs-i şerîfte; “Sizin ferâizi en çok bileniniz Zeyd’dir.” buyruldu. Eshâb-ı kirâm arasında fıkıh ilminde dört sahâbe meşhurdur. Bunlar, Zeyd bin Sâbit, Abdullah bin Mes’ûd, Abdullah bin Ömer ve Abdullah bin Abbas’tır. Bütün dünyâya yayılan fıkıh ilminin kaynağı bu dört büyük sahâbidir.
Hazret-i Zeyd, daha hazret-i Ömer devrinde ferâizle ilgili meseleleri tertip ederek, bu ilmin esaslarını bizzat yazıp, tedvîn etmiştir.
Fıkıh ilminin her meselesinde, Eshâb-ı kirâmın en yüksek müctehidlerindendi. Daha Resûl-i ekrem efendimiz zamânında fetvâ vermek şerefine kavuşmuştu. Hazret-i Ebû Bekr, hazret-i Ömer, hazret-i Osman, hazret-i Ali ve hazret-i Muâviye devirlerinde Medîne’nin en büyük müftüsüydü. Eshâb-ı kirâmın fakihlerinin ilk tabakasındandı. Fetvâları toplandığı zaman büyük ciltler ortaya çıkar. Zeyd bin Sâbit kırâat ve tefsîr ilminde de baş imâm idi. Kırâat ilminde Eshâb-ı kirâmın en yükseklerindendi. Kur’ân-ı kerîmin tamâmını güzelce ezberlemiş, kendisinden İbn-i Abbâs, Ebû Abdi’r-Rahmân es-Sülemî gibi Sahâbe-i kirâm Kur’ân-ı kerîm okumuşlardır.
Hazret-i Zeyd bin Sâbit’in bu ilimdeki üstünlüğü, Eshâb-ı kirâmın ve Tâbiînin ileri gelenlerinin îtirâfı ve takdiri ile sâbittir.
Şimdi onun zamânından bu zamâna kadar, on dört asırdan beri, hâlen ondan rivâyet edildiği şekilde Kur’ân-ı kerîm okunmaktadır.
Zeyd bin Sâbit’in oğlu Hârice-tebni-Zeyd, Fukahâ-i Seb’a denilen yedi büyük âlimden birisidir.
Zeyd bin Sâbit’in Peygamber efendimizden rivâyet ettiği hadîs-i şerîflerden bâzıları şunlardır:
Kim İslâm dîninden başka bir milletin (dînin) yemini üzerine yalan yere, bile bile yemîn ederse, o dediği gibi olur. Kim kendini bir şeyle öldürürse, kıyâmet günü onunla azâb olunur. Bir kişi üzerine, mâlik olmadığı şeyde nezretmek yoktur. Bir mümine lânet etmek, onu öldürmek gibidir.
Kim dünyâlık peşinde olarak sabahlarsa, Allahü teâlâ onun işini zorlaştırır, malzemesini dağıtır. Kendisini aç gözlü kılar, yoksulluğu gözünün önünde canlandırır. Dünyâdan da nasîbinden fazla bir şey kendisine verilmez. Ama âhiret düşüncesiyle sabahlayan kimsenin işini Allahü teâlâ kolaylaştırır, varlığını (servetini) korur, kalbini zenginleştirir, kendisi yüz çevirdiği hâlde dünyâ kendisine teveccüh eder (yönelir).
Bir yanıt bırakın