Kabir

Alm. Grab (mal) (m), Gabstätte (f), Fr. Tombeau, sépulcre (m), İng. Tomb, grave.

Mezar; ölenin toprağa gömüldüğü yer. Derin kazılmış çukur bir yerin adı. Kabir kelimesinin çoğulu “Kubûr”dur. Birçok kabrin bulunduğu yere “kabristan” veya “mezarlık” denir.

İnsanlık târihinde ilk ölen ve toprağa gömülen hazret-i Âdem’in oğullarından Hâbil’dir. Hâbil, kardeşi Kâbil tarafından öldürülmüştür. Bu ölüyü ne yapacağını bilemeyip şaşıran Kâbil, o esnâda bir kuşun ölü bir kuşu toprakla örterek gömdüğüne bakarak Hâbil’i gömmüştür (Bkz. Hâbil ve Kâbil). İlk insan ve ilk peygamber olan hazret-i Âdem vefât edince Allahü teâlânın emri üzere melekler yıkayıp kefenlediler. Namazını kılıp defnettikten sonra da; “Ey Âdemoğulları! Siz de ölülerinize böyle yapınız.” diyerek insanlara ölülerine yapılacak muâmeleyi öğrettiler. Daha sonraları gelen bütün peygamberler, ümmetlerine, ölülerini yıkayıp kefenlemelerini ve namazlarını kılarak uygun hazırlanmış kabirlere defnetmelerini emrettiler.

Zamanla hak dinden ayrılıp bozuk ve sapık yollar tutan kavimler, mâbetlerini putlarla doldurdukları gibi kabirleri de değiştirdiler. Mevki sâhibi ölülerinin kabirlerini âhiret hakkındaki bozuk ve uydurma inançlarına bağlı olarak yüksek piramitler, yığma tepeler yaparak, kayalara oyarak vs. düzenlediler. Bu kabirlerin içine ölünün yanısıra; hanımı, câriyesi, hizmetçisi, atı, silahları, zînet eşyâları, kap-kacak, yiyecek içecek gibi akıllarına ne gelirse koydular. Ölülerini de, bir insan ölüsüne gösterilmesi gereken hürmetten uzak şekillere sokarak gömdüler. Bu gün de dünyâdaki çeşitli milletler, ölülerine kendi inançlarına göre türlü kabirler hazırlamaktadır. Bunlar arasında ölülerini yırtıcı kuşlara yedirenler, yakanlar, suya atanlar, bir köpek leşiymiş gibi gömenlerin yanında her türlü dünyâ zîyneti ve eşyâsı ile birlikte gömenler de bulunmaktadır. Buda, Brehmen gibi sapık inanç sâhipleri ile hiçbir dîne inanmayan komünistler ölülerini toprağa gömmeyip yakmaktadırlar. Avrupa ülkelerinde ve Amerika’da bâzı sapıkların da ölülerini yakıp külünü bir kavanoza doldurdukları ve üstlerine ölenin kimliğini yazdıkları, sonra bu kavanozları raflara dizerek sergiledikleri görülmektedir.

Hıristiyanlar ve tek Allah inancına sâhib olan bütün ilâhî dinlerde mezarın baş kısmı, ölünün kabire konuş durumuna göre güney tarafa dönüktür. Bölge ve arâzinin durumuna göre kıbleye yöneltilme şartı vardır. Bu durum Hıristiyan ve Mûsevîlerde Kudüs’e, Müslümanlarda ise Kâbe-i muazzamaya doğrudur.

Hıristiyanlar ve Mûsevîler sâhib oldukları kendi batıl inançlarına göre, gösterişli, son derece süslü mermer kabirler yaparlar. Ölülerin baş taraflarına büyük ve süslü, put şeklinde haç yerleştirirler. Mûsevî ve Hıristiyanların kabirlerinin, âilenin mâlî ve kültürel durumları seviyesinde süslü, gösterişli olması geleneği bugün de hâlâ mevcuttur. Bütün kabirlerin toprak üstünde kalan bölümleri genellikle mermerle kaplanır. Mermer mezar taşları dikilir. Bu taşların üzerine ölünün doğum ve ölüm yılları ile ismi, yaptığı işleri, kazandığı başarıları, gördüğü vazîfeleri kitâbeler şeklinde yazılır. Ölünün bağlı olduğu dînin kutsal kitabından da bâzı cümleler ile büyük kabul ettikleri kişilerin sözlerinden de yazıldığı vâkidir. Buna, özellikle Hıristiyan geleneklerinde daha çok rastlanmaktadır.

İnsanı şerefli bir varlık kabul eden bütün ilâhî dinlerde, meyyitin (ölen kimsenin) büyük mezarlıklarda bir kabire defnedilmesi, gömülmesi emredilmiştir. İslâm dîninde meyyiti, kabir kazıp, kabrin içine defnetmek farz-ı kifâyedir. Yâni bu işi, hiç olmazsa en az bir Müslümanın yapması lâzımdır. Hattâ öyle ki, defin için lâzım olan Müslüman bulunmazsa, bunu haber alan her Müslümanın definde bulunması farz olur. İslâm dîninde ölünün yakılması, kesin olarak yasaktır.

İslâm dîninde kabrin derinliği, insanın göğsüne kadar olur. Adam boyunca olması daha iyidir. Kabir, su girmemesi, koku çıkmaması ve hayvanların açmaması için, derin olur. Uzunluğu meyyitin boyu kadar, genişliği, boyunun yarısı kadardır. Kabrin uzunluğuna istikâmeti, kıble ciheti ile dik açı yapacak şekilde olmalıdır.

Lahid yapmak sünnettir. Lahid; kabir kazıldıktan sonra, kabrin taban sathından kıble yönüne ve kabir boyunca, içine meyyit sığacak kadar genişlik ve yükseklikte kazılan yerdir. Meyyit, lahid içine, sağ yanı üzere konur. Şak yapılmaz, yâni kabir kazıldıktan sonra ortasına çukur açıp, meyyit buraya konmaz. Toprak çürük, nemli ise, erkek meyyit lahdin veya doğruca kabrin içine tabut ile konabilir. Toprak kuru ve sağlam ise, erkeği tabut ile gömmemelidir. Meyyitin altına keçe, hasır gibi şeyler sermek de mekruhtur. Tabut ile gömülünce tabut içine biraz toprak konur. Kadınları, her zaman tabut ile gömmek daha iyidir. Toprağı kazmayıp, ölüyü yeryüzüne, binâ içine, mermerler içine koymak dînen uygun değildir. Zarûret olmadıkça, bir kabre iki kişi gömülmez. Başka mezar kazılamazsa, kemikler toplanıp, mezar içinde, toprakla örtülerek, başkası, toprağın öte yanına gömülebilir. Meyyit çürüyüp toprak olunca, bu mezara başkası defnolunabilir veya mezar üzerine tarla ev yapılabilir. Çünkü her meyyit için yeni kabir kazmaya imkân yoktur.

Bir Müslüman gömülürken kabre bir veya iki kişi girip, kıbleye dönüp, kabrin kıble tarafına ve kabre paralel olarak bırakılan meyyiti alıp, kabir içine veya lahid içine, yüzü kıbleye karşı korlar. Koyarken “Bismillah ve billah ve alâ millet-i Resûlillah” derler. Ezân okumazlar. Meyyitin yüzü, lahdin içine doğru olup, arkasına toprak ve kerpiç konur. Sonra mezarın içi toprakla doldurulur. Ters konmuş meyyiti kıbleye çevirmek için mezar açmak uygun değildir. Çünkü mezarı açmak haramdır. Mezarda unutulan bir malı almak için açılabilir. Ölü mezara konunca kefenin uçları çözülür.

Lahdin kabir tarafı, kerpiç dizerek veya hasırla kapatılır. Burasını pişmiş tuğla ile, tahta ile kapatmak mekruhtur. Kerpiç bulunmazsa tahta ile de örtülebilir. Çivi, tuğla gibi fırınlanmış şeyler, zînet eşyâsıdır. Bunları kabrin içinde kullanmak mekruhtur. Kabrin üstünü, dışardan tuğla, ağaç ve mermerle örtmek caizdir. Resûlullah’ın mübârek lahdi, dokuz tâne kerpiç ile kapatılmıştır. Kadınlar kabre tabutsuz konurken, büyük bez ile perde tutulur. Kabri toprakla örtülür. Kabir bir karıştan yüksek olmamalıdır.

Din büyüklerinin kabirlerinin kaybolmaması, ziyâretçilerin bunlara lâzım olan edebi göstermeleri ve böylece mânevî istifâde temini için kabirlerini muhâfazaya almak ve türbe yapmakta dînimizde bir mahzur yoktur. Diğer ölülerin de kabirlerini hayvanların ve câhillerin ayakları altında kalmaması için gösteriş ve övünme olmayacak şekilde muhâfazaya almak uygun görülmüştür. Müslüman kabristanlarının düzenli, temiz olmaları ve çeşitli ağaç ve çiçekler dikilmesi, asırlardan beri süregelen bir husûsiyet olup çok sevaptır. İslâm dîni, insanın ölüsüne de, dirisine olduğu gibi saygı gösterilmesini emretmektedir. Müslümanların kabirlerine de saygılı olmak, üzerine basmamak, oturmamak ve çirkin şeyleri yapmamak lâzımdır.

Kabir hayâtı:

Kabir hayâtı, akıl ile anlaşılabilecek bir şey değildir. Çünkü, âhiret hayâtına benzer. Aklın ise bu dünyâ işlerini anlayabilecek bir kapasitesi vardır. İslâmiyette kabir hayâtı hakkında özetle şunlar bildirilmektedir:

Kabir, âhiret âleminin başlangıcıdır. Ölümü her canlı tadacaktır. Ölüm, yok olmak değildir. Bir evden bir eve göç etmek gibidir. İnsanoğlunun ebedî (sonsuz) yaşamak arzusu, ancak âhirette gerçekleşecektir. Kur’ân-ı kerîm’de Cennet veya Cehennem hayâtının sonsuz olacağı bildirilmektedir (Bkz. Cennet, Cehennem). Ölen her kişi kıyâmette, dünyâda yaptıklarından hesâba çekilip Cennete veya Cehenneme gönderilinceye kadar kabirde kalacaktır. Ölünün kabirdeki hâli îmânına ve ibâdetlerine göre olacaktır. Nitekim Peygamber efendimiz bir hadîs-i şerîflerinde; “Kabir, Cennet bahçelerinden bir bahçe veyâhut Cehennem çukurlarından bir çukurdur.” buyurdular.

Kabir hayâtına inanmak, îmânın şartlarından biri olan âhirete inanmanın bir parçasıdır. Kabir hayâtı, gaybîdir. Yâni beş duygu organı ve akıl ile anlaşılamaz. Ancak nakil, doğru haber ile bilinir. Gaybe îmân etmek lâzımdır. Buna inanmamak kıyâmet günü olan ba’s, yâni mezardan kalkmaya inanmamaya yol açar. Çünkü ikisi de, Allahü teâlânın kudreti ile olmaktadır. Birine inananın, ötekine de inanması akla uygundur.

Kabirde, hem rûha, hem de bedene nîmet ve azap vardır. Nîmetler ve azaplar, rûha ve cesede birlikte olacaktır. İnsan, diriyken, kabir azâbını veya nîmetini anlayamıyor ise de, âyet-i kerîmeler ve hadîs-i şerîfler ile Muhammed aleyhisselâmın ümmetinin önce gelenleri, yâni Eshâb-ı kirâmın hepsi ve bütün Ehl-i sünnet âlimleri kabir azâbı olacağını haber vermişlerdir. Bu hususta icmâ, yâni sözbirliği hâsıl olmuştur. İnsan, aklının kavrayamadığı şeyleri inkâr edemez. Çünkü birçok olayları ve eşyânın varlığını, aklı ermeden kabul etmektedir.

Peygamberler, şehitler ve evliyânın, mezarlarında, kabir hayâtı denilen, bilmediğimiz bir hayatla diri olduklarını Kur’ân-ı kerîm ve hadîs-i şerîfler açıkça haber vermektedir. Âl-i İmrân sûresi 169. âyetinde meâlen; “Allah yolunda öldürülenleri (yâni şehitleri) ölü sanmayınız! Onlar, Rablerinin yanında diridirler. Rızıklandırılmaktadırlar.” buyruldu. Bu âyet-i kerîme, şehitlerin kabirlerinde diri olduklarını bildiriyor. Şehîdler, başka Müslümanlar gibidirler. Peygamberler, şehitlerden elbet daha üstündürler. Bütün Peygamberler, şehid olarak ölmüştür. Hadîs-i şerîflerde de: “Peygamberleri çürütmesini toprağa haram etmiştir.”, “Mîrac gecesinde, Mûsâ’nın (aleyhisselâm) kabri yanından geçirildim. Mezarında, ayakta namaz kılıyordu.”, “Kendimi peygamberler arasında gördüm. Mûsâ (aleyhisselâm) ayakta namaz kılıyordu. Esmerdi, saçları dağınık ve sarkık değildi. Zât kabîlesinden bir yiğit gibiydi.” buyruldu. Bu hadîs-i şerîfler, peygamberlerin, Rableri yanında diri olduklarını gösteriyor.

Velîler de, Allahü teâlânın, kerâmet olarak ihsân etmesi ile işitir ve görürler (Bkz. Kerâmet). Allahü teâlâ sevdiği kulları için, âdetinin, kânunlarının dışında şeyler yaratır. Peygamberlerin, şehîdlerin ve velîlerin dışında kâfirlerin bile mezarda duyduklarını ve işittiklerini hadîs-i şerîfler bildirmektedir. Peygamber efendimiz; “Meyyit, ölü mezara konup, mezar başındakiler dağılırken, onların ayak seslerini işitir.” buyurdu.

Kabirde, meyyit kendini ziyârete gelenleri tanır. Bunun için kabirde bulunan meyyitlere selâm vermek sünnettir. Bir hadîs-i şerîfte: “Bir kimse din kardeşinin kabrini ziyârete gider ve mezarı başında oturursa onu tanır ve selâmına cevap verir.” buyruldu. Resûlullah efendimiz buyurdu ki; “Mezarda olanlara selâm vereceğiniz zaman, (Esselâmü aleyküm) deyiniz?” Bunun için “Esselâmü aleyküm! Yâ ehle dâril-kavmil mü’minîn” denir.

Kabristanda bulunan ölüler, birbirini ziyâret ederler ve buluşurlar. Bunu bildiren hadîs-i şerîflerde; “Ölülerinizin kefenlerini güzel (sünnete uygun) yapınız! Onlar, kabirlerinde birbirini ziyâret ederler, övünürler.” ve “Biriniz din kardeşinin cenâze işlerini görürse, kefenini güzel yapsın!Çünkü onlar, kabirleri içinde birbirlerini ziyâret ederler.” buyruldu.

Ölülerin, kabirlerinde birçok iş yaptıkları, Allahü teâlânın izni ile onlardan birçok şeyler görüldüğü, Resûlullah efendimiz tarafından bildirilmiştir. Vefât eden evliyânın ve şehitlerin, düşmanlarla yapılan harplerde Müslümanlara yardım ettiği çok görülmüştür.

Kabirde, ölüye azap yapıldığı hakkında, Kur’ân-ı kerîmde Mü’min sûresi 46. âyetinde meâlen; “Firavuna ve adamlarına her sabah ve akşam gidecekleri Cehennem ateşi gösterilir.” buyruldu. Hadîs-i şerîfte de: “Eğer gizli tutabilseydiniz, kabir azâbını, benim işittiğim gibi, size de işittirmesi için duâ ederdim.” buyruldu. Bir kimse, Resûlullah’ın yanında, “Topraktan birinin çıktığını gördüm. Bir adam buna sopa ile vurarak yerde kaybolduğunu, böylece toprağa girip çıktığını gördüm.” dedi. Resûlullah efendimiz bunu işitince; “O gördüğün Ebû Cehil’dir. Kıyâmete kadar azab çeker.” buyurdu. Bu ve bunun gibi haberler, Peygamberler ve evliyâlar gibi, herkesin de kabirdekileri görebileceğini bildirmektedirler. Evliyânın görmesi hiç inkâr edilemez. Allahü teâlânın kudreti ile görmektedirler.

Kabir hayâtını ve oradaki nîmetleri ve azapları bildiren sağlam ve vesikalı haberler, İhlâs A.Ş. tarafından Türkçe olarak yayınlanan “Kur’ân-ı kerîmde Kıyâmet ve Âhiret” kitabının “Müslümana Nasîhat” bölümünde geniş olarak bildirilmektedir.

Kabir suâli:

Ölü, kabire konulunca, bilinmeyen bir hayatla dirilecek, rahat veya azap görecektir. Nîmet ve azaptan önce, “Münker ve Nekir” adındaki iki meleğin, bilinmeyen korkunç insan şeklinde mezara gelip suâl soracaklarını hadîs-i şerîfler açıkça bildirmekdedir (Bkz. Münker ve Nekir), Kabir suâli, bâzı îmân bilgilerinden veya tamâmından olacaktır.

Meşhur olan kabir suâlleri şunlardır: Rabbin kim? Dînin hangi dindir? Kimin ümmetindensin? Kitabın nedir? Kıblen neresidir? Îtikâtta ve amelde mezhebin nedir? Bu suâllere îmânı doğru olan, Ehl-i sünnet îtikâdında olan müminler güzel, doğru cevaplar verecektir. (Bkz. Ehl-i Sünnet)

Güzel cevap verenlerin kabri genişleyecek, Cennetten bir pencere açılacaktır. Sabah ve akşam Cennetteki yerlerini görüp, melekler tarafından iyilikler yapılacak, müjdeler verilecektir. İyi cevap veremezse, demir tokmaklarla öyle vurulacak ki, bağırmasını insandan ve cinden başka her mahluk işitecektir. Kabir o kadar daralır ki, kemiklerini birbirine geçirecek gibi sıkar. Cehennem’den bir delik açılır. Sabah ve akşam Cehennem’deki yerini görüp, mezardan mahşere kadar acı azaplar çeker. Bir hadîs-i şerîfte buyruldu ki: 

Kul öldüğü vakit, siyah renkli, yeşil gözlü iki melek kendisine gelir. (Suratlarına bakılamayacak kadar korkunç olduklarından) birine Nekir diğerine Münker denir. Ölüye:“Bu peygamber hakkında ne dersin?” diye sorarlar. Şâyet mümin idiyse:

“O, Allah’ın kulu ve Resûlüdür; “Eşhedü en lâ ilâhe illâllah ve eşhedü enne Muhammeden abdühû ve resûlüh” der. Onlar: “Senin böyle diyeceğini biliyorduk.” derler. Sonra mezarı enine boyuna yetmiş arşın genişletilir ve nûrlandırılır. Sonra kendisine: “Uyu.” denir. O; “Bırakın da gideyim durumu âile efrâdıma anlatayım.” der. Fakat kendisine müsâde edilmez. “En yakın adamının ancak kendisini uyandırabileceği bir güveyinin uykuya yatması gibi yat, uyu.” denir ve kıyâmete kadar yatar.

Şâyet münâfık ise, meleklerin sorularına; “İnsanlar bir şeyler derlerdi ve ben de söylerdim, fakat şimdi bilmiyorum.” der. Melekler; “Zâten biz senin böyle diyeceğini biliyorduk.” derler. Sonra mezârına; “Bunu sıkıştır.” denir. Mezar onu, kemikleri birbirine geçinceye kadar sıkar ve dirilinceye kadar kabrinde azâb çeker.”

Bu hâlleri, Resûlullah’ın ve Eshâbının yolunda bulunan Ehl-i sünnet âlimleri sözbirliğiyle söylemişlerdir.

Yakılan, suya atılan veya başka bir şekilde muâmele edilen her ölü için de kabir hayâtı, suâli, azâbı veya rahatlığı vardır. Bunlar, sâdece bir kabir kazılıp içine konulan ölülere yapılır, böyle olmayanlara yapılmaz sanmamalıdır. Ölen insanların başlarına gelenler, Allahü teâlânın kudreti içindedir. Her ölü, öldükten sonra başa gelenlerden olan kabir hayâtını yaşar. Nitekim dünyâda da insanların aklının almadığı, güçlerinin yetmediği, hesaplarına uymayan birçok hâdise cereyan etmektedir. Anlaşılsın anlaşılmasın, bu dünyâda olup biten her şeye dünyâ hayâtı denilmektedir.

Kabir ziyâreti:

Meyyit, kabrinde bilmediğimiz bir hayatla diridir. Müslümanların kabrini ziyâret etmek, Peygamberimizin de yaptığı ve Müslümanlara tavsiye ettiği mühim sünnetlerden biridir. Hadîs-i şerîfte; “Kabirleri ziyâret ediniz! Kabir ziyâreti, ölümü hatırlatır.” ve “Kabir ziyâretini size yasaklamıştım. Şimdiden sonra ziyâret edebilirsiniz. Böylece ibret alır, gafletten uyanırsınız.” buyruldu.

Ölümü hatırlamak ve ölüden ibret almak için, kabir ziyâret etmek ve peygamberlerin, sâlihlerin, velîlerin kabirlerinden bereketlenmek, dînimizde çok sevap verileceği bildirilen ibâdetlerdendir.

image_pdfimage_print

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*