Mürşid

Resûlullah efendimizin “sallallahü aleyhi ve sellem” izinde giderek kemâle gelen ve bundan sonra insanları irşâd eden (doğru yolu gösteren) İslâm âlimi. İnsanlara doğru yolu gösteren rehber, kılavuz. Allahü teâlâyı seven ve insanları O’nun sevgisine kavuşturan sâlih, iyi bir kul.

Mürşid, lügatte “İrşad eden, doğru yolu gösteren, gafletten uyandıran, olgun, üstün bir kimse” mânâlarına gelir. Allahü teâlânın tam, olgun ve insanlara her bakımdan faydalı olan tasavvufta yetişmiş ve yetiştirebilen evliyâ kullarına “Mürşid-i kâmil” denir. (Bkz. Evliya)

Evliyânın çeşitli derecesi vardır. En yüksek derecede olanlara “Sıddîk” veya “Sâdık” denir. Mürşid-i kâmil demek, Sâdık olan, yüksek derecede velî demektir.

Mürşid-i kâmil kendinden önceki bir mürşid-i kâmilden feyiz alarak, onun gibi feyiz verebilecek bir kuvvete kavuşan İslâm âlimi demektir. Mürşidlerin birbirinden feyiz almaları, bir zincirin halkaları gibi eklenerek Resûlullah efendimizden “sallallahü aleyhi ve sellem” zamanımıza kadar gelmiştir. Yâni bir mürşid-i kâmil, Peygamber efendimizden “aleyhisselâm” başlıyarak mürşidleri vâsıtasıyle kendi kalbine kadar akmakta olan feyizleri, halleri, bereketleri başkalarının kalplerine akıtmaktadır. Mürşid-i kâmil, Ehl-i sünnet îtikâdını, fıkıh ve tasavvuf ilmini iyi bilen ve bunlara tam uyan, Allahü teâlâyı mümkün olduğu kadar tanıyan hâlis Müslümandır. Her işinde ve her sözünde Peygamber efendimize “sallallahü aleyhi ve sellem” tam uyar.

Mürşidin alâmetlerinden birincisi: Ehl-i sünnet îtikâdında olması ve İslâmiyetin emir ve yasaklarına tam uymasıdır. Sözleri, hareketleri İslâmiyete uygun olmayan ve haramlardan, günahlardan sakınmayan, havada uçsa ve başka acâyip haller gösterse bile mürşid olamaz.

Mürşid-i kâmilin ikinci alâmetiyse: Hadîs-i şerîfte bildirilmiştir ki, onunla konuşmak ve onu görmek, Allahü teâlâyı hatırlamaya sebep olur. Allah’tan başka her şey kalbe soğuk gelir.

Mürşidlerin bâzısı talebelerini (sevenlerini) tasavvuf yolunun yüksek derecelerine kavuşturur. Bunlara “Kâmil ve mükemmil mürşid” denir. Hem kendi olgundur, hem de başkalarını olgunlaştırır. Bunlar kalp meselelerinde tam ehliyet sâhibi olup talebelerini buna göre yetiştirirler.

Şimdi böyle bir mürşid yok gibidir. Bâzı yalancılar ve câhiller, dünyâ menfaatlerine kavuşmak için kendilerine mürşid süsü vermektedirler. (Bu konuda geniş bilgi Hakikat Kitabevi yayınlarından Tam İlmihal Seâdet-i Ebediyye, Müjdeci Mektuplar ve Kıyâmet ve Ahiret kitaplarında mevcuttur.)

İlave

[İmâm-ı Rabbânî “rahmetullahi aleyh”, birinci cild, 97. ci mektûbunda buyuruyor ki, (İnsanın yaratılması, ibâdet yapmak içindir. İbâdet yapmak da, yakîn ya’nî hakîkî îmâna kavuşmak içindir. Hicr sûresinin son âyetindeki (hattâ) kelimesi, belki de (için) demekdir. İbâdet yapmadan önceki îmân, sanki îmânın sûretidir. İbâdet yapınca, îmânın hakîkati hâsıl olur. (Vilâyet) ya’nî evliyâlık, Fenâ ve Bekâ demekdir. Fenâ, Allahü teâlânın râzı olmadığı şeylerin, kalbden çıkmaları, kalbde kalmamalarıdır. Bekâ, yalnız Allahü teâlânın râzı olduğu, beğendiği şeylerin kalbde bulunmasıdır). İbâdet, Resûlullahın sünnetine, yoluna tâbi’ olmak demekdir. Bu yola (İslâmiyyet) denir. İslâmiyyete tâbi’ olmak için, Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdikleri gibi îmân etmek, Allahü teâlânın emrlerini yapmak ve harâmlardan, bid’atlerden sakınmak lâzımdır. Harâmların en kötüsü, kul hakkıdır. Hükûmet adamları buna çok dikkat etmelidir. Adâlet yapmaları, islâmın en büyük düşmanı olan ingilizlere aldanmamaları, sulh zemânında, zevk ve safâya sapmayıp, düşmanlardaki silâhları temîn etmeleri, milleti tıb, ticâret, zırâat, san’at ve harb işlerinde yetişdirmeleri emr olundu. Bunlar, hakîkî bir âlimden öğrenilir. Bu âlime (Mürşid) denir. Bir mürşid bulup, onun sözlerinden, hâllerinden öğrenilir. Mürşid bulamazsa, bir mürşidin kitâbından öğrenilir. Mürşidin sohbeti veyâ kitâbı, en büyük bir ni’metdir. Ebedî se’âdete sebebdir. İnsan, bu sebebi çok sever. (İhsân sâhibini sevmek, insanların yaratılışında vardır) hadîs-i şerîfi meşhûrdur. İnsan, mürşidini sevdiği kadar, onun kalbinden feyz alır. Fenâ makâmına kavuşur. İbâdetlerini ihlâs ile yapmak nasîb olur. Her hareketi zikr olur. Kalb ile zikr söylemek de, fenâ makâmına kavuşdurur ise de, kalbine feyz gelerek kavuşmak, dahâ sür’atli olur.]

image_pdfimage_print

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*