Türkiye’nin güneyinde bulunan, Akdeniz’in üçüncü büyük adası. Türkiye’ye olan uzaklığı Anamur Burnundan 65 km’dir. Adanın yüzölçümü 9.251 km2 dir.
Târihi
Eski devirlerde Anadolu’nun bir parçası olan Kıbrıs, suların yeryüzünde bâzı karaları basması sonucu meydana gelen adalardandır. Yapılan kazılarda adada Ortadoğu kültürüyle alâkalı eserler bulunmuştur.
Adanın bilinen ilk sâhibi Mısırlılar olup, bunlardan Hititlere geçmiştir. Hitit çivi yazılarında “Alasya” denilen ada, deniz kavimlerin istilâsına uğrayarak, Asurlular, Fenikeliler, Medler, Roma ve Bizans İmparatorluklarından sonra, Dört Halife (632-661) devrinde Müslümanların hâkimiyetine geçerek, 648 târihinde vergiye bağlandı. Hazret-i Ebû Bekr “radıyallahü anh” (632-634) devrinde Müslümanlar Kıbrıs’ta Kitiyon’u fethetti. Hazret-i Osman “radıyallahü anh” (644-656) devrinde Şam vâlisi bulunan hazret-i Mu’âviye “radıyallahü anh” 647’de Kıbrıs’a tekrar sefer tertib etti. Sefere Eshâb-ı kirâm ve Tâbiin-i izâmdan çok kimse katıldı. Bunlardan biri hazret-i Enes bin Malik’in “radıyallahü anh” teyzesi Hazret-i Ümm-i Hirâm’dır “radıyallahü anha”.
Peygamber efendimiz “sallallahü aleyhi ve sellem” , Ümm-i Hirâm’ın evinde uyurken, gülerek uyandı. Ümm-i Hirâm; “Yâ Resûlallah! Niçin güldünüz? diye sordu. Peygamberimiz; “Yâ Ümm-i Hirâm! Ümmetimden bir kısmını, gemilere binip, kâfirlerle gazâye giderler gördüm.” buyurunca; “Yâ Resûlallah! Duâ et, ben de onlardan olayım!” dedi. Bunun üzerine sevgili Peygamberimiz; “Yâ Rabbi! Bunu da onlardan eyle!” diye duâ buyurdu.
Aradan seneler geçti. Ümm-i Hirâm zevci ile gemilere binip, Kıbrıs’a gitti. Kıbrıs’ta attan düşüp şehid oldu. Hazret-i Ümm-i Hirâm’a Türkler “Hala Sultan” deyip, şehid olduğu yere bir câmi, türbe ve tekke yaptırmışlardır. Emevîlerin hâkimiyetine geçen Kıbrıs Adası vergiye bağlandı. Adaya Müslümanlar yirmi dört sefer tertib etmiştir. Emevîlerden sonra vergilerini vermemesinden dolayı da, Abbasî halifesi Hârun Reşid (796-809) devrinde tekrar hâkimiyet altına alındı.
Haçlı seferlerinin üçüncüsünde İngiliz Kralı Arslan Yürekli Rişar’ın gemileri fırtınaya tutulunca 1191’de İngilizler, adanın kıyılarına sürüklenip karaya çıkarak, Limasol’u zaptettiler. Fakat Rişar’ın paraya ihtiyacı olduğundan adayı eski Kudüs Kralı Lusignan’a sattı. Bundan sonra ada, Suriye ve Filistin kıyılarından kaçan Doğu Lâtinlerinin merkezi hâline getirildi. Selâhaddin Eyyubî’nin kudüs’ten çıkardığı Lâtinler adaya yerleştirildi. Ceneviz, Fransız, Venedik korsanlarının yaşadığı adadan, Anadolu sâhillerine saldırılar tertiplendi. Kıbrıslıların saldırıları, Anadolu Selçukluları ve beylikleri tarafından savuşturuldu. Haçlı ittifakınca Kıbrıs sularında bulunan Haçlı donanması, Mısır ve Suriye sâhillerine ve Müslüman gemicilere zarar vermeye başlayınca; Memlûk Sultanı Melik-i Eşref Baybars 1425’te adaya asker çıkardı. Devrin Kıbrıs kralı Janus’un ordusu imha edilip, kendisi esir alındı. Kral Janus, yıllık beş bin düka altın ödemek şartıyla azad edilip, vergiye bağlandı. Kıbrıs Lâtinleri, Osmanlılar ile hâkimiyet meselesinde mücâdele eden Akkoyunlular ve Safevî devletleri ile ittifak içine girdiler. Yavuz Sultan Selim Hanın Suriye ve Mısır’ı fethi ve İslâmiyetin mukaddes topraklarını Osmanlı Devletine kazandırmasıyla Doğu Akdeniz’de hâkimiyet kurmanın lüzumu ortaya çıktı. Bunun için de Kıbrıs’ın fethi gerekiyordu.
Kıbrıs sâhillerine yerleşmiş bulunan Venedikliler ise gelip geçen ticâret gemilerine tecâvüzden geri durmuyordu. Diğer taraftan Hint Okyanusunda beliren Portekiz tehlikesi de Akdeniz’de bir an evvel sükunetin sağlanmasını zarurî kılmaktaydı. Bundan başka Kıbrıs halkından pek çoğu da Osmanlının âdil idaresini istemekteydi. Bu sebeplerle İkinci Sultan Selim Han (1566-1574) devrinde Şeyhulislâm Ebüssü’ûd Efendinin fetvâsıyla Kıbrıs’ın fethine karar verildi. 1570’te Vezir Lala Mustafa Paşa, Kıbrıs Serdarı tâyin edilerek, Piyâle Paşa kumandasındaki Osmanlı donanması adaya çıkartma yaptı. Lefkoşe ve Magosa fethedildi. Papalığın teşvikiyle Haçlı donanması Kıbrıs’a gönderilip, 1571 İnebahtı Muhârebesinde Osmanlı donanması yakılmışsa da, 1572’de iki yüz elli parça gemiyle Akdeniz’e açılan Kılıç Ali Paşa karşısında dayanamayacaklarını anlayan Haçlılar, 1573’te anlaşmak zorunda kaldılar. Adanın hâkimi Venedik Cumhûriyeti, Kıbrıs’ın Osmanlı Devletine terkini ve yıllık üç yüz bin filorin vergi vermeyi kabul etti. Kıbrıs’ta Osmanlı devlet teşkilâtı kurulup, eyâlet hâline getirilerek, beylerbeyi tâyin edildi. İslâmî eserler, tâmir edilip, yenileri kuruldu. Türk-İslâm nüfûsunun adada fazlalaşması için Osmanlı iskân siyâseti tatbik edildi. 1577 târihinde adanın nüfûsu 84.000 olup, bunun 47.000’i Türktü.
On dokuzuncu yüzyıla kadar bütünüyle Osmanlı Devletinin hâkimiyetinde kalan Kıbrıs, Papalığın organize ettiği oyunlar neticesiyle çok tehlikeli meselelerin içine itildi. 1876’da Birinci Meşrutiyetin îlânıyla Osmanlı Devleti Rusya ile harp içine sokuldu. Ancak harbin mağlubiyetle bitmesi üzerine 3 Mart 1878’de çok ağır şartlarla Ayastefanos (Yeşilköy) Antlaşması imzalandı. Saltanatının ilk yıllarında olan İkinci Abdülhamîd Han devleti daha o târihte yıkıma götürebilecek olan bu antlaşmayı bir türlü hazmedemedi. Dâhiyâne bir kurnazlıkla, 4 Haziran 1878’de İngiltere ile gizlice anlaştı. Ayastefanos Antlaşmasını tatbik ettirmeme karşılığı, Kıbrıs Adasının idâresini İngiltere’ye bıraktı. Adanın gelirleri her yıl İstanbul’a yollanacak ve Osmanlı Devletinin bir parçası kalacaktı. Bu durum Birinci Dünyâ Harbine kadar muhâfaza edildi.
Üç yüz yıldan fazla Osmanlı Devletinin hâkimiyetinde bulunan Kıbrıs Adasına bu devirde birçok kültür, sanat eserleri ve iktisâdî müesseseler kurulmuştur. Her kasabada medrese ve Lefkoşe’de Sultan Mahmud Kütüphanesi yapılarak, ilmin yayılmasına ve kültür seviyesinin yükseltilmesine çalışıldı. Adanın bütün kalelerinin tâmiri, liman inşaası, câmi, mescid, tekke, imâret, hastahâne, han, kervansaray, sebil, çeşme gibi sosyal tesisler yapıldı.
1923 Lozan Antlaşmasıyla İngiltere’nin ilhâkına bırakılan Kıbrıs, 1925’te Büyük Britanya İmparatorluğuna bağlanarak, sömürge statüsüne girdi. Adanın İngiltere’nin ilhâkına geçmesiyle, günümüzde de devam eden Kıbrıs Meselesi ortaya çıktı. İngiliz idâresini önce hoşgörü ile karşılayan Rumlar, Kıbrıs Rum Kilisesinin telkinleriyle adayı Yunanistan’a katmak arzusu içine girince, hâdiseler başladı. Adadaki Rumlar’ın Yunanistan’a katılma faaliyetlerinin, İngiliz siyâsetince de dolaylı olarak destek görüp, idârî, iktisâdî ve siyâsî kolaylık gösterilmesi hadiselerin büyümesine sebeb oldu. Türkler dış bir destek bulamayınca vakıfları korumak, millî kültürü muhafaza etmek için, İngiliz sömürge sisteminin tanıdığı hakları kullanmak sûretiyle hâdiselere, mukâvemet etme teşebbüslerinde bulundular. Adadan Türkiye, İngiltere, Avusturalya ve diğer ülkelere Türk göçü de oldu. İngilizlerin Rumlara idârî, siyâsî ve iktisâdî kolaylık göstermesine rağmen, asıl gâyeleri, Yunanistan’a ilhâkı olan Kıbrıs Rum Cemâati, 1931’de isyan ettilerse de bastırıldı. Rumlar arasında Yunanistan’a katılma fikri devamlı empoze edilerek, Kıbrıs’ta nüfuslarını arttırmak için adaya göçmen getirme ve Türkleri tâciz etme siyâseti içine girdiler.
İngiltere, Kıbrıs’ın sömürge statüsünü değiştirme taraftarı olduğundan, 1950 yılında İngiltire-Türkiye-Yunanistan ve Türk-Rum cemâatleri arasındaki meseleler arttı. Türkleri tâciz edip, göçe zorlama ve katliamlarla nüfuslarını azaltan Kıbrıs Rum Kilisesi, adaya getirttiği göçmenlere güvenerek, halk oylamasıyla idârecilerini seçme hakkı istemeye başladı. Hâdiseler üzerine Kıbrıs Türk Cemâati tepki gösterince, Türkiye meseleyi dikkate aldı. Adadaki Türkler Türkiye tarafından desteklenerek, mesele yalnız İngiltere ve Yunanistan’ın olmaktan çıktı. 1954 hâdiseleri Yunanistan tarafından Birleşmiş Milletler teşkilatına götürüldüyse de, siyâsî komisyon görüşülmemesi kararını aldı. 1955 Rum-Yunan tedhiş hâdiseleri üzerine, İngiltere Türkiye’yi meseleyi halletmek üzere toplantıya çağırdı. İngiltere’nin Türkiye’ye toplantı çağrısı, Yunanistan tarafından, Türklerin hakkının resmen tanınıp, meşrulaşması demek olarak kabul edildi. Yunanistan ikinci defa Birleşmiş Milletler Teşkilâtına müracaat etti. Kıbrıs meselesinin sulh yoluyla halledilmesi kararlaştırılınca, 1959 yılında imzâlanan Zürih ve Londra antlaşmaları ile buhran geçici olarak sona erdi ve 16 Ağustos 1960’ta “ortaklık” temeli üzerine kurulan bağımsız ve “iki toplumlu” Kıbrıs Cumhûriyeti ilân edildi. Ada’ya altı yüz elli kişilik bir Türk alayı yerleştirildi. Kıbrıs’ın güvenliği için İngiltere-Türkiye-Yunanistan “Garanti Antlaşması” imzaladılar. Kıbrıs Cumhûriyetinde Türklere eşit haklar tanınıp, Cumhurbaşkanı Rumlardan, yardımcısı da Türklerden seçilecekti.
Türkiye’nin garantör devlet olarak Türklerin haklarını müdâfaa etmek ve hâdiselere müdâhale hakkı verilen Garanti Antlaşmasını Rumlar bir türlü kabul edemediğinden, hâdiselerin önüne geçilemedi. Rumlar, Enosis gâyesini gerçekleştirmek, Türkleri yıldırmak, Türkiye’yi zor duruma düşürmek için, 21 Aralık 1963’te Kıbrıs Cumhûriyeti Anayasasını tanımayarak, 22 Aralıkta Kıbrıs’taki Türklere karşı tedhiş ve katliamlara başladılar. Garantör devlet olarak Türkiye hâdiselere müdahâle etti. Türkiye’nin kararlı tutumu Rumlar’ın hâdiseleri durdurmasına, Birleşmiş Milletler de meselenin sulh yoluyla halledilmesi için garantör devletler arasında görüşmelerin başlamasına ve adada Barış Gücünün bulundurulmasına karar verdi. Yunanistan’daki 1967 askerî darbesi sonunda Enosisci iktidar, tedhişçi Grivas’ın teşkilâtlandırdığı Rum Millî Muhafız Kuvvetlerini destekleyerek, Türklerin toplu bulunduğu Boğaziçi ve Geçitkale köylerine karşı harekete geçince, TBMM 16 Kasım 1967 târihli toplantısında üyelerinin tamâmına yakını Kıbrıs’a asker çıkarma kararı aldı. Türk çıkarma birliklerinin ve donanmasının İskenderun’da toplanması, jetlerinin de Kıbrıs semâlarında görünüp, alçak uçuşlar yapması, Grivas’ın ve 12.000 kişilik Yunan ordusunun adadan çekilmesine sebeb olup, ABD’nin araya girmesiyle Türkiye çıkarma yapmaktan vaz geçirildi. Kıbrıslı Türkler, Türkiye’nin anavatan olarak haklı tepkisine şâhit olunca, kendi işlerini kendileri görmek üzere 29 Aralık 1967’de Kıbrıs Geçici Türk İdâresini kurarak, 19 maddelik de esas tespit etmişlerdir. Kıbrıs meselesinin halledilmesi için toplumlararası görüşmeler 1968’de başlamasına rağmen 1974 yılına kadar bir netice alınamamıştır.
Yunanistan ve Kıbrıs Rumları, Enosis gâyesinin gereği doğrultusunda hareket edip, Türkiye ve Türklere düşmanca hareket içine girdiler. Atina’daki Askerî Cunta, adanın Kıbrıs’ta bulunan Yunan Kuvvetleri ve EOKA-B aracılığı ile 15 Temmuzda darbeye teşebbüs ettirip, Türklere hayat hakkı tanımayan katliamlara girişince; Türkiye, garantör devlet olarak 20 temmuz 1974’te birinci, 14-16 Ağustos 1974’te de ikinci barış harekâtını gerçekleştirmek mecburiyetinde kaldı. Türk Ordusunun muvaffakiyetle gerçekleştirdiği askerî harekâtlar neticesinde Kıbrıs’ın istiklâli muhâfaza edilip, adadaki Türkler imhâ edilmekten kurtarılarak, Kıbrıs Türk Devleti için zemin hazırlanmıştı. Yıllardan beri devam eden görüşmelerde kesin bir neticeye gidilemeyince, Kıbrıs Türk toplumu 13 Şubat 1975’te Kıbrıs Türk Federe Devletini, 15 Kasım 1983’te Kuzey Kıbrıs Türk Cumhûriyetini kurarak, istiklâlini îlân etti. Kıbrıs meselesinin halli için, Kuzey Kıbrıs Türk Devleti ve Kıbrıs Rum Toplumu ile ikili ve milletlerararası görüşmeler hâlâ devam etmektedir. (Bkz. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhûriyeti)
Bir yanıt bırakın