Karadeniz

Alm. Schwarzes Meer (n), Fr. Mer Noire (f), İng. Black Sea.

41° ile 45° kuzey enlemleri arasında bulunan, kıtalararası büyük bir iç deniz. Avrupa’nın güney doğusundaki Balkan ve Anadolu yarımadaları ile, Doğu Avrupa ovaları ve Kafkasya arasında, doğu-batı doğrultusunda uzanır. Batı kısmında kuzey bölgesi Odessa civârında 47° kuzey enlemine kadar çıkar.

Kuzeyinde Rusya; batısında, Romanya, Bulgaristan, Türkiye; güneyinde, Türkiye; doğusunda, Kafkasya (Rusya) yer alır. Yüzölçümü 424.000 km2dir. Karadeniz, kabaca bir yumurtaya benzetilir. En uzun ekseni, Burgaz (Bulgaristan) ile Poti (Rusya) arasında, 1170 km’dir. Genişliği ise doğudan batıya doğru gidildikçe artar ve Ereğli (Türkiye) ile Odessa (Rusya) arasında en fazla uzunluğa erişir (600 km).

Eski Yunan kolonileri, Karadeniz’e “yabancılara düşman” mânâsına gelen “Axeınos” ismini vermişlerdi. Daha sonraları ise buraya daha başka koloniler yerleşip çoğalınca yabancılara dost mânâsına gelen “Euxenis”a çevirdiler.

Coğrafya: Karadeniz körfez bakımından fakir sayılır. Büyük girintiler olarak, batıda Odessa, Varna, Burgaz körfezleri vardır. Bunların körfez niteliğinde olmasına mukabil, Anadolu kıyılarındaki girintiler daha çok koy niteliğindedir. Bunlardan ancak pek azı kuytu liman durumundadır. Ereğli, Sinop ve Polathane bu durumdaki limanların başlıcalarıdır. Kuzeyde esas en büyük girintiyi, Kerç Boğazı ile Karadeniz’e birleşen Azak Denizi meydana getirir. Deniz, Karadeniz’de ikinci bir iç deniz durumunda olup yüzölçümü 38.000 km2 kadardır. Bu denizin kıyıları daha girintili çıkıntılıdır.

Karadeniz’in en önemli özelliklerinden birisi de ada bakımından fakir olmasıdır. Mevcut olan Kefken, Şile önlerindeki adalar ve Giresun Adası ise sâdece birer kaya parçası durumundadırlar.

Karadeniz, İstanbul Boğazı vâsıtasıyle Marmara Denizine, buradan da Çanakkale Boğazı ile Ege Denizine, dolayısıyle Akdeniz’e irtibatlıdır.

Deniz dibi topoğrafyası, denizi çevreleyen kara parçaları ile yakından ilgilidir. Yüksek dağların yer aldığı Anadolu kıyıları önünde Kafkasların ve Kırım yarımadasının hemen yakınında büyük derinlikler meydana gelir. Karadeniz’in şimdiye kadar bilinen en derin yeri 2245 m olup, Kastamonu kıyılarındaki Kerempe Burnu açıklarında kıyıdan 80 km kadar uzaklıktadır. Buna karşılık kuzeybatı kesimi daha az derindir. Derinliği 0-200 m arasındaki alan sâdece bu kesimde ve Azak Denizinde geniş bir yer tutar. Bu alan kuzeyde Rusya, Romanya ve Bulgaristan kıyılarından İstanbul Boğazına kadar uzanır. Karadeniz’in dibi 2000 m civarında tek bir havza gibi görülür. Bunun ortasında, Anadolu kıyıları ile Kırım arasında 2200 m’lik eş derinlik çizgilerinin sınırladığı en derin kısım bulunur. Zaten en derin bölge de buraya yakındır. Anadolu’nun kuzey kıyılarında büyük derinlikler sâhile kadar sokulur.

Azak Denizi ise çok sığ bir denizdir, buradaki en fazla derinlik 15 m’dir.

Karadeniz’de 200 m’nin altında kükürtlü hidrojen çıkaran bakteriler vardır. Denizin en derin yeri ise mavi gri renkte, ince unsurlu çamur tabakasıyla kaplıdır. Bu derinliklerde balıkçılık çok tehlikelidir. Karboniyeti kilsin çok miktarda olması, derin yerlerde suların dâima durgun kalması ve denizlerin derin yerlerine has hayat emârelerinden mahrum bulunması yalnız Karadeniz’e has özelliklerden biridir. Fakat bugün bu denizin derin yerlerinden çıkarılan fosillerin incelenmesinden; Karadeniz’in derin yerlerinde bir zamanlar hayatın olduğu ve bu denizin Hazar Denizinin bugünkü hâline çok benzediği anlaşılmıştır.

N. Andrusov adındaki bir bilgin, Karadeniz’in tamâmı kapalı bir deniz hâlindeyken içinde az tuzlu sularda yaşayan hayvanlar bulunduğu ve sonradan boğazlar açılarak Akdeniz’in çok tuzlu suları buraya hücum edince bu canlıların yaşamasına imkân kalmayarak öldüklerini iddiâ eder. Bu denizin diplerinde ve çok derin yerlerinde kükürtlü hidrojenin varlığı da bu olay ile açıklanabilir.

Karadeniz’e dökülen çok sayıdaki nehirler denizin tuzluluğunu büyük ölçüde giderirler. Tuzluluk oranı diğer denizlere nazaran oldukça azdır. Karadeniz’de yüzey sularının tuzluluğu okyanuslardaki normal tuzluluğun altındadır. Bu durum yağışların bolluğundan da ileri gelmektedir. Yüzey sularında tuzluluk oranı yaklaşık ‰ 15 ile ‰ 18 (binde 15-18) arasında değişmektedir. (Bu oran Akdeniz’de ‰37-‰39’dur.) Bu miktar batı ve kuzeye doğru gidildikçe azalır. Romanya, Bulgaristan kıyılarında, ‰16; Odessa Körfezinde, ‰10 hatta daha azdır. Azak Denizinde tuzluluk her yerinde ‰11’den azdır. Akarsu ağızlarında ise bu oran daha düşer. Yüzey suları, çok daha fazla tuzlu olan alt tabakanın üzerinde ince bir tabaka hâlindedir. 100 m’den sonra tuzluluk artmaya başlar. 200 m’de %20-22,5 oranında değişir. Bu tuzlu sular Çanakkale ve İstanbul boğazının alt taraflarından olmak üzere Akdeniz’den gelmekte ve denizin dibinde kalmaktadır.

Karadeniz’in yüzey sularının sıcaklığı yazın 20°C ile 26°C arasında değişir. Fakat Azak Denizinde hemen her yıl deniz suyu sıcaklığı kışın 0°C’nin altına düşer. İşte bu kuzeybatı kesiminde tuzluluğun az olması da suların donma imkânını arttırır ve bu sularda deniz donar. Donma olayları Anadolu kıyılarında görülmez. Kışların şiddetli olduğu yıllarda Karadeniz’in batı kıyılarında kendini gösteren donmalar Trakya kıyılarımızda ancak İğneada’ya kadar yayılmaktadır. Zaman zaman İstanbul Boğazından geçerek Marmara’ya çıkan Buzullar ise Tuna Irmağının donması sonucu meydana gelmiş ve akıntılarla sürüklenmiştir. Yakın târihte iki defa 1929 ve 1954’te Tuna Nehrinden kopup gelen buzlar İstanbul’a kadar gelmiştir.

Senenin kış aylarından ikisi bir kenara bırakıldığında, satıhtaki sular dipteki sulara nazaran daha sıcaktır (2000 m derindeki sularda sıcaklık her mevsimde 9°C civârındadır). İşte bu sıcaklık ve tuzluluk farkları sebebiyle üsteki sular nisbeten hafif olur ve derin sular üzerinde bir yağ tabakası gibi geçilmez bir satıh şeklinde kalır. Böylece derin suların içindeki gazların havaya çıkmasına ve havadan başka gazlar almasına mâni olur. Demek ki 200 metreden derindeki sular havanın oksijenini alamıyorlar ve yüzey sularında yaşayan canlı varlıklar öldükten sonra bunların cesetleri dibe düşüyor. Bu kalıntılar oksijensiz bir ortamda karbon hamızı ve kükürtlü hidrojenin meydana gelmesine sebeb olduğundan derin sularda hayat görülmez. Karadeniz’de hissolunacak derecede gelgit olayına rastlanmaz. İklimi oldukça şerttir. Kışın kuvvetli kuzey, kuzeydoğu ve kuzeybatı rüzgârları eser ve çetin fırtınalar hüküm sürer.

Akıntılar: Karadeniz’e dökülen akarsular (Tuna, Dinyester, Dinyeper, Don, Kızılırmak, Sakarya) ve yüzeyindeki bol yağış buharlaşma ile kaybolan açığı kapattıktan başka bu denizin yüzeyini Marmara ve Ege Denizinin yüzeyine göre aşağı yukarı 50 cm kadar yüksekte bulundurur.

İşte bu durum, İstanbul Boğazına doğru sâdece bir yüzey su akıntısının varlığına sebeb olur. Karadeniz’in batı kesiminde bir kısım sular İstanbul Boğazına girerek üst akıntı meydana getirir. Bir kısım akıntı da doğuya doğru akarak Anadolu kıyıları boyunca hızı saatte 1,3 km olan bir akıntı meydana getirir. Bu ana akıntı kıyının şekline uyarak Batum yakınında kuzey  batıya döner. Azak Denizinin güneyinde de batıya yönelir. Kırım ve Odessa Körfezinin güneyinden geçerek, Romanya ve Bulgaristan kıyılarını yalar ve İstanbul Boğazına girer.

Bu ana akıntıdan Sinop’un batısında ayrılan bir kol Kırım’a doğru ilerler. Kırım Yarımadasının güneyinde Kafkasya kıyılarını yalayarak gelen ana akıntıya karışır. Hopa’dan başlayıp yön değiştiren akıntı Kafkasya kıyıları boyunca giderek Kırım Yarımadasında güneye kıvrılır, burada ikiye ayrılır. Bir kol havzanın doğu yönünü, ötekisi kuzey-güney yönünü alır. Anadolu kıyıları boyunca bir süre aktıktan sonra ana akıntıya karışır.

Sosyal yapı: Çok sayıda plaj ve turistik merkezleri barındıran Karadeniz, Romanya (Köstence), Bulgaristan (Burgaz, Varna) Türkiye (Samsun, Sinop, Trabzon, Zonguldak), Sovyetler Birliği (Batum, Nikolayev, Odessa, Sivastopol, Yalta, Souhumkale [Suhumi], Soçı, Novorossisk) limanlarının canlı trafiği sâyesinde, dünyâda önemli rol oynar. Ortadoğu için Karadeniz’in ayrı stratejik önemi vardır.

image_pdfimage_print

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*