Talhâ bin Ubeydullah

Eshâb-ı kirâmın büyüklerinden. İlk Müslüman olanlardan ve Cennet’le müjdelenen on sahâbîden biridir.

Adı Talhâ bin Ubeydullah, künyesi Ebû Muhammed’dir. Uhud Savaşında gösterdiği kahramanlık sebebiyle “Hayyir” (hayırkâr) ve Tebük Savaşında bütün servetini ordunun techizine vermesi sebebiyle de “Feyyaz” (bolluk ve bereket sâhibi) isimleri ona, Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem” tarafından verilmiştir. Soyu Peygamberimizin “sallallahü aleyhi ve sellem” soyu ile birleşir. Hicretten yirmi dört yıl önce Mekke’de doğdu. Cemel Vak’asında şehit oldu.

Hazret-i Talhâ, hazret-i Osman’dan sonra îmân etti. Müslüman olması şöyle oldu: Ticâret maksadıyla Busra’ya gitmişti. Busra panayırında bir Hıristiyan râhibi pazarda bulunan insanların arasına girip, bu pazar halkı içinde Mekkeli bir kimse var mı? diye bağırarak sordu. Hazret-i Talhâ yanına koşup; “Evet var. Ben Mekkeliyim” dedi. Râhib “Ahmed zuhûr etti mi?” diye sordu. Talhâ radıyallahü anh; “Ahmed kimdir?” dedi. Râhib; “Abdullah bin Abdülmüttalib’in oğludur. O, peygamberlerin sonuncusudur. Mekke O’nun peygamberliğini bildireceği yerdir. Sonra oradan hicret edecektir.” dedi.

Bu sözler hazret-i Talhâ’nın kalbine mızrak gibi işledi oradan ayrılıp Mekke’ye geldi ve hemen sordu:

“Ben yokken buralarda bir şeyler oldu mu?”

“Evet oldu. Abdullah’ın oğlu Muhammed,nebîlik iddiâsıyla meydana çıktı. Ebû Bekr radıyallahü anh; “O’na uydu.” dediler. Hazret-i Talhâ duyduğu haberin sevinciyle doğru hazret-i Ebû Bekr’in huzûruna varıp dedi ki:

“Yâ Ebâ Bekr! Duyduklarım doğru mu?”

“Evet yâ Talhâ! Duydukların doğrudur!..”

“O’nun hakkında ne düşünüyorsun, ne biliyorsun?”

“O, Allah’ın resûlüdür ve bizi hak dînine dâvet edicidir.”

“Yâni atalarımızın dînini bırakacak mıyız?”

“Evet!”

“Nasıl olur?”

“O, Allah’ın son resûlüdür ve âlemlere rahmet olarak gönderilmiştir. Bizi, bir olan Allah’ın dînine dâvet ediyor…”

“Öyleyse beni O’na götür!” deyince hazret-i Ebû Bekr, hazret-i Talhâ’yı Resûlullah’ın huzûruna götürdü. Hazret-i Talhâ, Resûlullah’ın huzûrunda:

“Şehâdet ederim ki, Allah’tan başka ilâh yok ve yine şehâdet ederim ki, Muhammed O’nun kulu ve Resûlüdür!..” diyerek îmân etti.

Kureyş müşrikleri ilk Müslüman olanlara ağır işkenceler yapıyorlardı. Hazret-i Talhâ’ya da çok işkence ettiler. Onu iple bağlayıp, eski dînine döndürmek için ezâ ve cefâ yaptılar. Fakat onlara: “Beni öldürseniz de dînimden dönmem!” dedi.

Daha sonra Cennet’le müjdelenen on sahâbîden biri olduğu müjdelendi. Talhâ radıyallahü anh, Medîne’ye hicret edildiği sırada Şam’da bulunuyordu. Orada ticâret yapıp, dönerken yolda Peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem ve Eshâb-ı kirâmın Medîne’ye hicret ettiğini haber aldı. Ticâret kervanında bulunan mallarından ve kârından vazgeçip, Medîne’de kaldı. Daha sonra âilesini de getirtti.

Bedir Savaşı sırasında müşriklerin kervanını tâkip etmek üzere Şam tarafına gitmişti. Peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem tarafından verilen bu vazîfeyi yapmak üzere gittiğinde, Bedir Savaşı yapıldı. Bu sebeple Bedir Savaşında bulunamadı. Uhud Savaşına katıldı. Bu savaşta göstermiş olduğu akıllara hayret veren kahramanlığı bizzat Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem” tarafından taktir edildi. Bütün Eshâb-ı kirâm onun kahramanlığına, cesurluğuna ve fedâkârlığına hayran kalmıştır. Çünkü savaşın en nâzik bir ânında Eshâb-ı kirâm, müşriklerin azgın saldırıları karşısında Peygamber efendimizin etrâfını halka gibi sararak yapılan hücumlara karşı koymuşlardı. Bu savunmada en büyük gayreti ve cesâreti gösteren eshâptan biri de hazret-i Talhâ idi. Vücûdunu Resûlullah’a “sallallahü aleyhi ve sellem” yapılan hücumlara karşı tutarak darbeleri göğüsledi. Bir kılıç darbesini de koluyla karşılayıp, kolundan ağır şekilde yaralanmıştı. Savaş sırasında Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem”, bir kayanın üzerine çıkmak istediğinde, Talhâ radıyallahü anh, Resûlullah’ı “sallallahü aleyhi ve sellem” sırtına alarak kayanın üzerine çıkarmak saâdetine kavuştu. Onun kahramanlığı büyük takdir topladı. Hazret-i Ebû Bekr; “Talhâ bin Ubeydullah bir Uhud kahramanıdır.” buyurdu. Hazret-i Ömer, onun için; “Uhud gününün en büyük kahramanıdır.” buyurmuştur.

Talhâ “radıyallahü anh”, Uhud Savaşından Mekke’nin fethine kadar olan bütün savaşlara katıldı. Hudeybiye’de Bîat-ı Rıdvan’da da bulundu. Mekke fethinden sonra Huneyn Gazvesinde bulunup, düşmanın şiddetli saldırısı karşısında çok kahramanlıklar gösterdi. Tebük Gazvesine de katılıp, bu savaşta bütün malını, ordunun hazırlanmasında harcadı. Vedâ Haccında Peygamberimizle birlikte bulunup, Vedâ Hutbesini dinledi. Resûlullah’ın “sallallahü aleyhi ve sellem” vefâtında çok üzülüp, gözyaşı dökmüştür. Hazret-i Ebû Bekr halîfe seçilince, derhâl bîat etmiş ve emrinden ayrılmamıştır.

Hazret-i Ebû Bekr, vefâtı yaklaşınca yerine kimin halîfe olacağı husûsunda hazret-i Talhâ ile istişâre etmiştir. Hazret-i Ömer’in halîfeliği sırasında Talhâ “radıyallahü anh”, şûrâ heyetine dâhil olup, çok hizmetlerde bulundu. Hazret-i Ömer kendinden sonra halîfe seçilecek olan kimseyi tespit etmek üzere altı kişilik bir şûrânın (heyet) toplanmasını emretmişti. Bu altı kişiden biri de hazret-i Talhâ idi. Hazret-i Osman’ın halîfeliği sırasında âsilere karşı şiddetli mukâbelede bulunarak hazret-i Osman’a yardımcı oldu.

Osman “radıyallahü anh” şehit edilince çok üzüldü. Talhâ “radıyallahü anh” Sıffîn Savaşında okla şehit oldu. Hazret-i Ali buna çok üzüldü. Ağlayarak yüzündeki toprağı sildi ve cenâze namazını kıldırdı. Hazret-i Talhâ, önceleri ticâretle uğraşırdı. Medîne’ye hicretten sonra da zirâatle meşgul oldu. Bu sebeple kazancı ve serveti çoktu. Servetini tamâmen İslâm uğrunda harcadı. Bir gazvede kuyu satın alarak İslâm ordusuna vakfetmişti. O zaman kuyu satın almak zor ve büyük bir meseleydi. Zül-Usre Gazâsında bütün orduyu tek başına doyurdu. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” efendimizin vefâtından sonra müminlerin anneleri olan ezvâc-ı tâhirâtın hizmetine koştu, bütün malını ve parasını emirlerine âmâde kıldı. Bütün fakirlerin yardımına koşmuştur. Öksüzleri korur, darlık içinde olanlara yardım ederdi. Onun servetinden faydalanmayan kalmamıştır. Medîne’ye gelen her misâfiri evinde ağırlar, ikrâmda bulunurdu. Bütün Eshâb-ı kirâma karşı müşfik ve muhabbetliydi. Herkes onu sever onun muhabbetinden zevk alırdı. Kiminle konuşsa tebessüm ederek konuşur ve öylece ayrılırdı.

Eshâb-ı kirâmdan, Zübeyr radıyallahü anh bildiriyor ki: “Uhud Savaşında Resûlullah’ın üzerinde iki zırh vardı. Orada bulunan büyük bir kayanın üzerine çıkmak istedi. Bu sırada hazret-i Talhâ yaralı olduğu halde, Resûlullah’ı “sallallahü aleyhi ve sellem” sırtına alıp, kayaya kaldırdı. O sırada Resûlullah’ın “sallallahü aleyhi ve sellem” şöyle buyurduğunu duydum: “Talhâ, Allahü teâlâya ve Peygamberine sevgisinden yaptığı bu işle, kendine Cennet’i vâcib kıldı.” Bir hadîs-i şerîfte: “Yeryüzünde yürüyen şehit görmekle sevinmek isteyen Talhâ bin Ubeydullah’a baksın.” buyruldu.

Sa’d bin Ebî Vakkas “radıyallahü anh” şöyle bildirir: Resûlullah Uhud günü; “Yâ Rabbî! Bunun (Talhâ’nın) oklarını kuvvetli ve isâbetli eyle.” diye duâ etti.

Hazret-i Ali’nin bildirdiği bir hadîs-i şerîfte; “Talhâ ile Zübeyr Cennet’te benim komşularımdır.” buyruldu.

Kur’ân-ı kerîmdeki: “Bunlar öyle kişilerdir ki, Allah’a karşı ne taahhüd etmişlerse onu muhakkak yerine getirmişlerdir.” meâlindeki âyet-i kerîme nâzil olunca Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem”, Hazret-i Talhâ’ya; “Sen de her taahhüdünü yerine getiren, Allah’a karşı her nezrini îfâ edenlerdensin.” buyurmuştur.

Hazret-i Talhâ bin Ubeydullah’ın Peygamberimizden rivâyet ettiği hadîs-i şerîflerden biri şöyledir: Necd ahâlisinden saçı darmadağın (fakir) bir adam Resûlullah’ın “sallallahü aleyhi ve sellem” huzûruna geldi. Biz onun sesini duyuyorduk fakat ne dediğini anlayamıyorduk. Resûlullah’a (sallallahü aleyhi ve sellem) yaklaştı; İslâm’dan sormaya başladı. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” (bu suâline karşı; “Bir gün ve bir gece içinde (günde) beş vakit namaz kılmak.” buyurdu. O kimse: “Üzerimde bundan başka (namaz) var mı?” dedi. Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem; “Hayır, ancak nâfile olarak kılarsan o başka.” buyurdu. Ondan sonra Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem; “Bir de Ramazan orucunu tutmak.” buyurdu. O şahıs; “Bundan başka üzerimde oruç var mı?” dedi. Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem; “Hayır, nâfile tutarsan o başka.” buyurdu. Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem, zekâtı da ona söyledi. O; “Bundan başka mükellefiyyet var mı?” dedi. Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem; “Hayır, nâfile olarak verirsen o başka!” buyurdu. O kimse dönüp giderken; “Allah’a yemin olsun ki bunu arttırmayacak ve eksiltmeyeceğim.” dedi. Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem; “Eğer sözünde sâdık çıkarsa kurtuldu.” buyurdu.

image_pdfimage_print

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*