Sırrî-yi Sekatî

Evliyânın büyüklerinden ve meşhûrlarından. İsmi, Sırrî bin Muğlis es-Sekatî olup, künyesi Ebü’l-Hasan’dır. Bağdat’ta doğdu. Doğum târihi kesin olarak bilinmemektedir. 865 (H.251) senesi Ramazân-ı şerîf ayında Bağdat’ta vefât etti. Kabri, evliyânın ve sâlih kimselerin bulunduğu Şûnizî Kabristanına defnedildi.

Evliyânın üstünlerinden Mâruf-i Kerhî’den ilim ve feyz aldı. Hüşeym bin Beşîr, Ebû Bekr bin Iyâş, Ali bin Garâb, Yahyâ bin Yemân, Yezîd bin Hârûn ve birçok âlimden ilim öğrendi. Cüneyd-i Bağdâdî hazretlerinin dayısı ve hocasıdır. Tasavvuf ilminde çok yükseldi. Bilhassa Bağdat halkı ondan çok istifâde etti. Tasavvufta ve takvâda asrının bir tânesiydi. Hâris-i Muhâsibî ve Bişr-i Hafî’nin akranıdır. Zühd ve edepte pekçok hârikulâde hâl ve hareketleri, tasavvufa dâir sözleri meşhurdur. Bir yere gittiğinde, havada uçan kuşlar açık bir lisanla ona selâm verirlerdi. Kırk defâ yürüyerek hacca gitmişti.

İlk zamanlar Bağdat’ta oturdu. Dükkanı vardı. Helâl kazanmak için ticâretle meşgul olurdu. Ticârette de çok ihsan sâhibiydi. Müşteri fazlaya almak istese dahi fazla kâr istemezdi. Alış-verişlerinde yüzde beşten fazla kâr almazdı. Bir keresinde altmış altın değerinde bâdemiçi aldı. Bâdemiçi fiyatları ansızın yükseldi. Tellala bâdemleri satmasını söyledi. Tellal; “Kaça satayım?” diye sorunca; “Altmış üç altına sat.” dedi. Tellal; “Sen ne diyorsun. Bugün bu bâdemleri doksan altına alıyorlar.” dedi. “Ben yüzde beşten fazla kâr almamağa karar verdim. Karârımı değiştirmem.” buyurdu. Tellal da; “Ben de senin malını aşağı fiata satamam.” dedi ve satmadı. O da yüksek fiyatla satmağa râzı olmadı. Bâdemler satılamadı kaldı. Dükkânında çoğu zaman perdeyi çeker arkasında namaz kılardı.

Kendisine, “Evliyânın büyüklerini ve bu yolu nasıl tanıdınız?” diye sorulduğunda şöyle anlatırdı:

“Birgün dükkânıma Habib-i Acemî uğramıştı. Fakirlere verilmek üzere kendisine bâzı şeyler verdim. Bana; “Allahü teâlâ sana hayır ile mükâfat versin.” diye duâ etti. O gün kalbim dünyâya karşı soğudu. Ertesi gün yanındaki çocuğa bir elbise verilmesini emir buyurdular. Ben de derhal verdim. Bunun üzerine bana “Allahü teâlâ dünyâyı kalbine sevdirmesin ve seni bu meşgûliyetten kurtarsın.” diye duâ etti. Bir anda insanı Allah’tan uzaklaştıran dünyâdan kurtuldum”

Cüneyd-i Bağdâdî hazretleri buyurdu ki:

“Ben ibâdet ve tâatta Sırrî-yi Sekatî’den daha kâmil bir kimse görmedim. Doksan altı yıllık ömründe ölüm hastalığının dışında, sırtını yere koyup uyumadı. Kendisi hiç günah işlemediği halde, tevâzu göstererek, “Günahlarımdan dolayı, yüzümün kara olmasından çok korktuğumdan günde birkaç defâ aynaya bakarım. Bütün insanların kalplerindeki üzüntü bende olsa da onlar dertsiz olsalar.” buyurdu.

Yine Cüneyd-i Bağdâdî rahmetullahi aleyh anlatır: Dört dirhemim vardı. Hocam Sırrî-yi Sekatî’nin yanına gittim. Bu dört dirhemi size getirdim, dedim. “Oğlum, gözün aydın olsun, sen kurtulmuşlardansın. Dört dirheme ihtiyacım vardı. “Yâ Rabbî, katında kurtulmuş olan birisinin eli ile bunları bana gönder.” diye duâ etmiştim. Sen getirdin.” buyurdu.

Bir gün Sırrî-yi Sekatî’ye dükkânının bulunduğu çarşı yandı dediler. Sirrî-yi Sekatî hazretleri; “Elhamdülillah ki dünyâ malından kurtuldum” (Yâni, kendisine mülkü veren Allahü teâlâ olup, yine alan da Allahü teâlâ olduğundan kalbine zerre kadar bir üzüntü gelmedi) buyurdu. Daha sonra, kendi dükkânının kurtulduğunu haber verdiklerinde dükkânları yanan kimseler için çok üzüldü, dükkândaki malların tamâmını fakirlere dağıttı.

Cüneyd-i Bağdâdî, yedi yaşındayken mektepten döndüğünde babasını ağlıyor gördü. Sebebini sorduğunda babası: “Bugün zekât olarak birkaç gümüşü dayın Sırrî-yi Sekatî’ye alması için göndermiştim, almamış. Demek ki, kıymetli ömrümü Allah adamlarının, beğenip, almadığı gümüşler için geçirdiğime ağlıyorum” dedi. Cüneyd; “Babacığım, onları bana ver, ben götüreyim.” dedi. Sonra dayısına gitti. Kapıyı çaldı. Dayısı sorunca; “Ben Cüneyd’im, kapıyı aç ve babamın zekât olarak gönderdiği bu gümüşleri al!” dedi. Sırrî-yi Sekatî hazretleri, “Almam.” dedi. Cüneyd; “Adâletiyle babama emreden ve ihsân edip, seni serbest bırakan Allahü teâlâ için al!” dedi ve; “Allahü teâlâ babamı zengin yapıp, zekât vermesini emretmekle adâlet eyledi. Seni de fakir yapıp, zekâtı kabul edip etmemek arasında serbest bırakmakla ihsân eyledi.” dedi. Bu söz Sırrî-yi Sekatî’nin çok hoşuna gitti ve; “Oğlum gümüşleri kabul etmeden önce seni kabul ettim.” dedi. Kapıyı açtı parayı aldı.

Buyurdu ki:

“En büyük kuvvet, nefsini yenebilmektir.”

“Nefsini terbiye edemeyen, başkasını hiç terbiye edemez.”

“Kendisine, Allah’ın sevgili kulusun denince, hoşlanan kimse, nefsinin esiri olduğunu bilsin.”

Şu üç şey Allahü teâlânın gazabına sebep olur. Çok oyun oynayıp, vakti boşa harcamak; insanlarla alay etmek; gıybet etmek.”

“İnsanın nefsini bilmemesi ve halkın aybını görmesi kadar, amelleri boşa çıkaran, kalpleri bozan, kulu en çabuk şekilde helâke götüren, devamlı hüzne boğan, cezâyı çabuklaştıran, riyâyı sevdiren, baş olma hevesine kaptıran ve ucba götüreni görmedim.”

“İyi huy, halkı incitmemek ve onlardan gelen sıkıntılara katlanmaktır.”

“Zan ve şüphe ile hiçbir din kardeşinden alâkayı kesme.”

“Günahları terk üç sebeptendir: Cehennem korkusundan, Cennet arzusundan veya Allahü teâlâdan hayâ etmekten.”

“Dînini şehvetlerine tercih etmedikçe kul kâmil olamaz.”

“İki huy vardır ki, kulu Allahü teâlâdan uzaklaştırır. Biri farz ibâdetleri vaktinde yapmayıp, nâfilelerle uğraşmak. Diğeri de kalbin uymadığı duygularla yapılan amel”.

“Dil kalbin tercümanıdır. Yüz kalbin aynasıdır, kalpte ne varsa yüzde o peydâ olur.”

“Mârifet, Allahü teâlâyı tanımak için kalbi O’nun sevgisinden başka her türlü şeyden temizlemektir.”

“Bir kimse kendi aybını bırakıp, başkalarının aybını ararsa, bu, o kimsenin felâketine alâmettir.”

image_pdfimage_print

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*