Selefiyye

Selef-i sâlihîn denilen ilk devir Müslümanlarının (Eshâb-ı kirâm, Tâbiîn, Tebe-i tâbiînin) yolunda olduklarını iddiâ etdikleri hâlde, onların yolundan ayrılmış olan bozuk kimseler.

Selef-i sâlihîn, Ehl-i sünnet vel-cemâat îtikâdında idiler. Zamanlarının sâfiyet ve berraklığı sebebiyle îtikâd ve diğer din bilgilerini kısaca bildirdiler. Müteşâbih (mânâsı kapalı) nassları (âyet-i kerîme ve hadîs-i şerîfleri) fazla açıklamaya lüzum görmemişler, tefvîz (ilm-i ilâhîye havâle etme) yolunu tutmuşlardır. Onların bu tavrına mezheb-üs-selef denmiştir. Bu tâbir, kelâm ilmi açısından ıstılâhî mânâdaki mezhep değildir. Yalnız onların müteşâbih lafızlardaki tavrını, tutumunu ifâde eder. Bu o zamânın îcâb ettirdiği bir şey olup, Ehl-i sünnet dışında bir yol değildir.

Hicrî 4. asırda Hanbelî mezhebinden, dolayısiyle Ehl-i sünnetten ayrılan bâzı kimseler, müteşâbih nasslara sırf zâhirine (görünen), konuşma dilindeki mânâlarına yapışarak kendi akıllarına göre yanlış mânâlar verdiler. Meselâ, Kur’ân-ı kerîmde Allahü teâlâ hakkında buyrulan “yed” ve “vech” kelimelerine lügat ve konuşma dilindeki mânâları olan “el” ve “yüz” mânâlarını verdiler. Böylece teşbîh ve tecsîm (Allahü teâlâyı yarattıklarına benzetme, cisimleştirme) gibi bozuk bir inanışın içine düştüler. Sözlerine inandırabilmek için Selef-i sâlihînin yolunda olduklarını söyleyerek kendilerine “Selefiyyûn, Selefiyye, Selefiyyeciler” adını verdiler. Halbuki Selef-i sâlihîn ile, bunların tuttuğu yol birbirine tamâmen zıttır.

İşte halef-i sâdıkîn denilen sonraki Ehl-i sünnet âlimleri, Müslümanlar arasında selefîlik iddiâ eden mücessime ve müşebbihe gibi bid’at fırkalarının (sapık kimselerin) yayılma istidadı belirince, bunlar karşısında kayıtsız kalmayı doğru bulmamışlar, müteşâbih nasslarıİslâm esaslarına, İslâmın rûhuna uygun olarak tevil etmişler, yorumlamışlardır. Meselâ, Allahü teâlâ hakkındaki “yed” lafzını “kudret”, “vech” lafzını “zat” diye îzâh etmişlerdir. (Bkz. Selef-i Sâlihîn)

Hanbelî mezhebinde olan Ebü’l-Ferec İbnü’l-Cevzî “rahmetullahi aleyh” ve başka âlimler; bu selefiyyecilerin, Selef-i sâlihînin yolunda olmadıklarını, bid’at ehli (sapık) mücessime fırkasından olduklarını bildirerek, bu fitnenin yayılmasını önlediler. Yedinci asırda İbn-i Teymiyye (v.1328/H.728), bu fitneyi tekrar alevlendirdi. İbn-i Teymiyye’nin talebesi olan İbn-i Kayyım el-Cevziyye (v.1350/H.751), hocasının bozuk yolunu devâm ettirdi. Hicrî 12. asırda selefîlik fitnesi, Muhammed bin Abdülvehhâb tarafından tekrar ortaya çıkarıldı. Onun ve İbn-i Teymiyye’nin yolundakiler tarafından devâm ettirildi. Görülüyor ki, İslâmiyette selefiyye mezhebi diye bir şey yoktur. Tek îtikât ve Selef-i sâlihînin yolu olan Ehl-i sünnet vel-cemâat yolu vardır.

Ehl-i sünnet fırkasının iki büyük imâmından biri İmâm-ı Eş’ârî, diğeri de İmâm-ı Mâtürîdî’dir. Bunlar ayrı bir mezhep kurmamışlardır. İmâm-ı Eş’ârî, İmâm-ı Şafiî’nin, İmâm-ı Mâtüridî de İmâm-ı A’zâm hazretlerinin yolundan dışarı çıkmamışlardır. Selef-i sâlihînden gelen îmân, îtikâd bilgilerini açıklamışlar, kısımlara ayırmışlar; kısacası bu bilgileri sistemleştirmişlerdir.

Selef mezhebi başka, selefiyye sapıklığı başkadır. Bu sapıklara eskiden mücessime, müşebbihe denirdi. İmâm-ı Gazâlî hazretleri İlcâm-ül Avâm isimli eserinde, selef mezhebini, yâni Ehl-i sünnet vel-cemâat yolunu anlatmış, bugün kendilerine selefî denilen sapıkların bozuk görüşlerini, bu sapıklığın yayılmasını önlemiştir. Selefiyye adıyla bir mezhepten bahsedilmesi doğru değildir. Kendilerine selefî diyenlerin mühim husûsiyetlerinden birisi, dört hak mezhepten birine uyulmasını istememeleridir.

image_pdfimage_print

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*