Öne geçen, rehber, idâre eden, cemâata namaz kıldıran, pâdişâh, halîfe. “İmâm” kelimesi dînî bir tâbir olarak, üç mânâda kullanılmıştır.
Birincisi, namazdaki imâm olup, câmilerde, mescitlerde veya başka yerlerde cemâata namaz kıldırır.
İkincisi, ilimde imâm olanlardır. Bunlar büyük din âlimleridir. Herbiri mezhep sâhibi olup, insanlar kendilerine tâbi olarak doğru yolu bulurlar. Bunlardan dört mezhep imâmı; İmâm-ı A’zam Ebû Hanîfe, İmâm-ı Şâfiî, İmâm-ı Mâlik, İmâm-ı Ahmed bin Hanbel en önde gelenleridir. İmâm-ı Gazâlî, İmâm-ı Rabbânî de dinde imâm olmuş büyük âlimlerden birkaçıdır. (Bkz. Müctehid)
Üçüncüsü, insanların idâresini üzerine alan, onlara başkanlık edenlerdir. İslâm devlet idâresinde, devlet başkanı olan kimseler “İmâmü’l Müslimîn=Müslümanların başkanı” sıfatı ile de anılmıştır. Bunlar Halîfelerdir. (Bkz. Halîfe)
Namazda İmâm olmak, dînî bir emirdir. Cemâatle namaz kılmak, yalnız kılmaktan 25 veya 27 derece daha sevâptır. Allahü teâlânın rahmeti ve rızâsı cemâat üzerinedir. İmâm, namazda cemâatin kefilidir. Bunun için cemâatin içinden dînî bakımdan en iyi şartları taşıyan imâm olur. İmâm olmak için 6 şart lâzımdır. Bu şartlardan biri bulunmadığı bilinen imâmın arkasında kılınan namaz kabul olmaz. Bunlar:
1- Müslüman olmak. Sapık bir inanışa sâhib olana, meselâ hazret-i Ebû Bekr-i Sıddîk ve hazret-i Ömer Fârûk’un halîfe olduğuna inanmayan, mîraca, kabir azâbına inanmayan imâm olamaz.
2- Bülûğ (ergenlik) yaşında olmak lâzımdır. Çocuk olan, bülûğ yaşına girmiş olanlara imâm olamaz.
3- Akıllı olmak. Sarhoş ve bunak imâm olamaz.
4- Erkek olmak. Kadın erkeklere, imâm olamaz. Kadının kadınlara imâm olması da sakıncalıdır.
5- Hiç olmazsa Fâtiha ile bir âyet-i kerîmeyi doğru okuyabilmek. Bir âyeti ezberlememiş olan ve ezberlese de tecvid ile okuyamayan, nağme yapan, yâni şarkı söyler gibi okuyan kimse imâm olamaz. Cemâat içinde Kur’ân-ı kerîmi en güzel okuyan imâm olur.
6- Özürsüz olmaktır. Özür, bir yerinden durmadan kan akmak, yel ve idrar kaçırmak, bâzı harfleri yanlış söylemek… gibi hallerdir. Özürlü olan, özrü olmayanlara imâm olamaz.
Namaz için imâmın mâsum, yâni günahsız olması şart değil ise de bid’at sâhiplerini ve açıkça günâh işleyenleri imâm yapmak uygun değildir. İmâmın takvâ ve zühd sâhibi olması, günahlardan çok sakınması lâzımdır. Fâsık’ın arkasında namaz kılmak mekruhtur, yâni sevâbı yoktur. Dînin emir ve yasaklarını bilmeyenlerin, büyük günah işleyenlerin, meselâ içki içenin, zinâ edenin, fâiz yiyenin imâm olması da mekruhtur. Yâni uygun değil, günahtır. Hadîs-i şerîfte: “Müttekî (Günahlardan sakınan) bir âlim ile namaz kılan, Peygamber ile namaz kılmış gibidir.” buyruldu. “Sâlih ve fâcirin (iyi ve kötünün) arkasında namaz kılınız.” hadîs-i şerîfi ise, câmi imâmları için değil, cumâ kıldıran emirler, vâliler içindir. Bunlara uymak ve itâat etmek içindir. Bir evde, ziyâfette seçim aranmadan ev sâhibi, ziyâfet sâhibi, imâm olur. Yâhut imâmı bu seçer. İstenmeyen kimsenin imâm olması mekruhtur.
İmâm; Kur’ân-ı kerîm okurken tegannî etmemeli, tekbiri doğru söylemeli, rükû ve secdeleri tamam yapmalı, haram ve şüpheli şeylerden uzak durmalı, bedenini ve elbisesini temiz tutmalı, kısa okumalı, kendi ibâdetini beğenmemeli, kendine ve cemâatine af ve mağfiret dilemeden namaza başlamamalı ve namazın sonunda cemâat için de duâ etmeli ve câmiye gelen gariplere yardımcı olmalıdır.
İslâmiyette, Kur’ân-ı kerîm’i ve ezânı tegannî ile yâni müzik notalarına (perdelerine) uydurarak okumak, mânâsının bozulmasına ve başka zararlara sebeb olduğundan yasaklanmıştır. Kur’ân-ı kerîm güzel ses ile ve tecvid ilminin kâidelerine uygun olarak okunur. Tegannî ile kelimeleri değiştirip nağmeye uydurarak okumak kesinlikle yasaktır. Bu bakımdan asırlar boyunca, hakîkî din âlimlerinin ve câmilerde cemâatla namaz kıldıran imâmların hiçbiri, bu işlere ehil olmak için müzik ve nota bilgisi öğrenmemişlerdir. Kur’ân-ı kerîm’i doğru ve güzel okumak için mûsikî öğrenmeye lüzûm da yoktur. Tecvid ilmini öğrenmeye lüzûm vardır. Tecvide uygun, edep ve huşû içinde Kur’ân-ı kerîm okumak emredilmiştir. İslâm dîninin aslında olmadığı halde; dîne, Allah’a, peygamberimize ve din büyüklerine karşı duyulan sevgi ve hasreti dile getiren, onların üstünlüklerini anlatan bâzı kıymetli şiir ve kasîdeleri, mûsikî bestesi ile okuyanlara bilhassa son devirlerde rastlanmakta ve bunlara mevlidhân (mevlid okuyan), gazelhân (gazel okuyan), ilâhîci, okuyucu gibi isimler verilmektedir. Bunların bâzan bir cemâate imâm olup namaz kıldırmaları, imâmların mûsikî bilgisi edinmeleri ve ibâdetlerde nağme yapmaları gerektiği şeklinde anlaşılmıştır. Halbuki İslâmiyetin bildirdiği imâmlık şartlarında, mûsikî bilmek yoktur. Ayrıca ibâdet ederken sesi, mûsikî perdelerine uydurmak şiddetle yasaklanmıştır. Fakat tecvid bilgisi her Müslüman için lâzım olup, bilhassa imâmlık yapacak kimseler için şarttır. Eshâb-ı kirâmdan Ebû Hüreyre’nin haber verdiği bir hadîs-i şerîfte; “Bir zaman gelir ki, Müslümanlar birbirinden ayrılır, parçalanırlar. İslâmiyeti bırakıp kendi düşüncelerine, görüşlerine uyarlar. Kur’ân-ı kerîmi mizmarlardan, yâni çalgılardan şarkı gibi okurlar. Allah için değil, keyif için okurlar. Böyle okuyanlara ve dinleyenlere sevâp verilmez. Allahü teâlâ bunlara lânet eder, azâp verir.” buyruldu.
Peygamberimiz yaşadığı devirde, Müslümanlara imâmlık vazifesini bizzât kendisi yapardı. Dört Halîfe devrinde de bizzât halîfeler bulundukları mahallerde cemâate imâmlık yapmışlardır.
Medîne’nin dışındaki şehir ve köylerde, câmilerde namaz kıldırmak için önceleri cemâat kendisi arasından en lâyık olanını seçerdi. Hazret-i Ömer devrinde, mescitlere imâm tâyin edilmeye başlandı ve bunlara nafakalarını karşılamak üzere maaş bağlandı. Câmide vazîfeli imâmlara, namaz kıldırmaktan başka daha birçok sosyal vazîfeler de verildi. Bilhassa Osmanlılar zamânında, askeriyede tabur seviyesine kadar olan birliklerde vazifeli imâmlar, askerin mânevî gücünü artıran nasîhatler verir, onları moral yönünden harbe hazır tutardı.
Mahalle mescitlerindeki imâm ayrıca mahallenin sükûn ve emniyetinden de sorumluydu. Hakkında soruşturma yapılan kişiler, imâmdan sorulurdu. Mahalleye giren çıkanları kontrol ederdi. Evlenen kişilerin nikâhını yapar ve bir sicil defterine kaydederdi.
İslâm dîninde imâm, Hıristiyanlıktaki papazlar gibi, Allah ile kul arasında bir vâsıta, aracı değildir. Kişinin günâhını bağışlatma, affettirme gibi bir vazîfesi yoktur. Çünkü İslâmiyette her fert, doğrudan doğruya Allah’a yalvarır, O’na ibâdet eder, affedilmesini ve bağışlanmasını O’ndan ister. Ancak peygamberlerin ve Allah’ın sevgili kulları olan velîlerin şefâatini isteyebilir. İmâm, din bilgisini ve Kur’ân-ı kerîm okumayı öğrenmekte Müslümanlara yardımcı olur. Dinde imâmın ayrı bir üstünlüğü yoktur. Nitekim Kur’ân-ı kerîm’de meâlen; “Sizin Allah katında en kıymetliniz, üstününüz, Allah’tan en çok korkanınızdır.” (Hucurât sûresi: 13) buyruldu. Şiîlerde ise, îmâmın mâsum olduğu, günahsız sayıldığı esâs kabul edilmiştir. Bu durum İslâm dîninde kesin olarak reddedilmiştir. Çünkü sâdece peygamberler mâsumdur, günahsızdır.
Bugün ülkemizde, din hizmeti sayılan imâmlık vazîfesi, 633 sayılı “Diyânet İşleri Başkanlığı Kuruluş ve Görevleri” hakkındaki kânunda düzenlenmiştir. Bu kânun ile imâmlar, 657 sayılı Devlet Memurları Kânunu’na dâhil edilmiş böylece memurlara sağlanan her türlü sosyal haklara kavuşturulmuştur. 42 sayılı Köy Kânunu’nda da İmâm, Köy İhtiyar Heyetinin tabiî üyesidir. Câmi hizmetindeki görevleri de, Teşkilât Kânununa dayanılarak çıkarılan “Çalışma Yönetmeliği”nde birer birer sayılmıştır.
Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem”, imâmlık hakkında buyurdu ki:
Bir cemâate imâm olduğunuzda, namazı hafifletin! Çünkü onların arasında hasta, zayıf, yaşlı ve işi olan kimseler vardır. Yalnız kıldığınız zaman dilediğiniz kadar uzatınız.
Mescid ehlinin (cemâatin) birbirine teklif ederek, imâm bulamamaları kıyâmet alâmetlerindendir.
İmâmlarınız, şefâatçılarınızdır, yâhut sizi Allah’a kavuşturanlardandır. Namazlarınızın tamamlanmasını isterseniz, imâmlığa en hayırlınızı geçirin.
On iki imâm ve isimleri:
Peygamber efendimizin neslinden olup tasavvuf bilgilerinde çok yükselmiş ve tasavvufta rehber İmâm olmuş 12 din büyüğüdür. Bunlar sırasıyla; hazret-i Ali, hazret-i Hasan, hazret-i Hüseyin, Zeynelâbidîn, Muhammed Bâkır, Câfer-i Sâdık, Mûsâ Kâzım, Ali Rızâ, Muhammed Cevad Takiy, Alî Nakiy, Hasan Askerî Zekî ve Muhammed Mehdî’dir (Bkz. İlgili maddeler). Bu büyükler, Allahü teâlânın zâtına ve sıfatlarına âit yüksek din bilgilerinde (tasavvuf bilgilerinde) mütehassıstılar. Her biri üstün ilim ve halleri ile Ehl-i sünnet âlimlerinin gözbebeği olmuşlardır. Mezhep imâmları ve dinde müctehid olan büyük âlimler, 12 imâmdan feyz ve ders almışlardır.
Bir yanıt bırakın