Kelâm İlmi

Din ilimlerinden îmân ve îtikat bilgilerini geniş olarak anlatan ilim. Kelâm lügâtte, ağızdan çıkan söze denir. Arapçada (Nahiv ilminde) kelâm, mânâ ifâde eden söz demektir. Kelâmın terim mânâsı ise, Kelime-i şehâdet ve buna bağlı olan îmânın altı şartını öğreten ve mahlûkatın, varlıkların mebde ve meâd bakımlarından, yâni kâinâtın nasıl ve nereden vücuda geldiğinden, kimin yarattığından, yaratılış hikmetlerinden, sonunda olacaklardan, ölüm ve ötesinden bahseden ilimdir. Matematik, fizik, kimyâ gibi tecrübî ilimler ise, kâinâttaki varlıkların sâdece hissedilebilen, deney ve gözlem, yapılabilen durumlarından bahseder. Bu bakımdan kelâm ilmi ile tecrübî ilimlerin sâhaları birbirinden…

Read More

Fadlullah-ı Hurûfî

Hurûfîlik denilen sapık yolun kurucusu. İsmi Fadlullah olup, babasınınki Abdurrahmân’dır. Hurûfî lakabı ve Tebrizî ismiyle de meşhur olmuştur. 1340 (H.741) senesinde İran’ın kuzeyindeki Esterâbâd şehrinde doğdu. 1393 (H.796)’da Timur Hanın oğlu Mîrânşâh tarafından öldürüldü. Aslen bir Acem Yahûdîsi olan Fadlullah-ı Hurûfî, Karâmita sapık fırkasının kalıntılarından olan Şeyh Hasan’ın yanında yetişti. Bâtınî dâisi olan Hasan Sabbâh’ın kurduğu İsmâiliyye Devleti, 1256 (H.654) senesinde Moğollar tarafından yıkılınca, Bâtınîler çeşitli yerlere dağılarak el altından sapık fikirlerini gizli gizli yaymaya çalıştılar. Bâtınî dâilerinden Şeyh Hasan’ın talebesi olan Fadlullah Hurûfî de bu sapık fikirlerin etkisi altında…

Read More

İmâmiyye

Şîanın bir kolu. Şîanın bugün dünyâda en yaygın fırkası İmâmiyye’dir. Şîa denilince İmâmiyye anlaşılmaktadır. Peygamber efendimizin “sallallahü aleyhi ve sellem” vefâtından sonra hazret-i Ali ve sırasıyla onun iki oğlu ile torunlarını meşrû imâm kabul eden ve on iki imâma inanmayı îmânın şartlarından sayan kimselerin mensub olduğu fırka. Bunlara on iki imâmı kabul ettikleri için İsnâ-aşeriyye (On ikiciler), İmâmet meselesine inanmayı dînin aslından saydıkları için İmâmiyye denilmektedir. İlk zamanlar dînî bir hareket olarak ortaya çıkan Şiîlik, daha sonra siyâsî hüviyet kazandı. “Halîfelik, hazret-i Ali’nin hakkıydı, Eshâb, bu hakkı gasb ederek ilk…

Read More

İbâdiyye

Hazret-i Ali zamânında ortaya çıkan Hâricîlerin bir kolu. Kurucusu, Abdullah bin İbâd’dır. Bu sebeple bu adı almışlardır. Bu ismin yanı sıra, “kendilerini Allah’a satanlar” anlamında Şurât, Ehlül’adl vel-istikâmet isimlerini de kullanmaktadırlar. Abdullah bin İbâd, hazret-i Ali, hazret-i Mu’âviye ile, hakem yapmak sûretiyle anlaştığı için, hazret-i Ali’den ayrıldı. Trablusgarb’a gitti. Orada İbâdiyye fırkasını kurdu. İbâdiyye’nin kurucusu hakkında fazla bir bilgi yoktur. İbâdiler de, onu sâdece fırkanın kurucusu, imâmı olarak tanımaktadır. Onun, 64 (M.683) senesinde İbn-i Zübeyr’e yardım etmek için Medîne savunmasına katılığı ve Emevî idârecileriyle ve husûsen Abdülmelik bin Mervan ile…

Read More

Hâricîler

Peygamberimizin ve eshâbının gösterdiği doğru yoldan ayrılmış olan fırkalardan biri. Hazret-i Ali ile hazret-i Muâviye arasında 657 târihinde yapılan Sıffîn harbinde, hazret-i Ali hakem tâyinine râzı olup karşı tarafla sulhu kabul ettiği için yanında olanlardan bir kısmı ondan ayrıldılar. Onun için bunlara “Hâricî” denilmiştir. Hâricî, “ayrılan, dışarı çıkan” demektir. Doğru yolda bulunan Ehl-i sünnet âlimlerine göre bunlar “Fırak-ı dâlle” denilen bozuk fırkalardan sayılmışlardır. Hâricîler, “Hâkim, ancak Allah’tır. Hazret-i Ali iki hakemin hükmüne uyarak, hilâfeti hazret-i Muâviye’ye bırakmakla büyük günâh işledi.” dediler. Onunla harp etmelerine, bu yanlış düşünüşleri sebeb oldu. Bâzı…

Read More

Müşebbihe

Allahü teâlâyı cisim ve varlıklara benzeten, Kur’ân-ı kerîm’deki müteşâbih âyetleri zâhir (görünüşteki) mânâsına göre açıklayıp, Allahü teâlânın el, yüz gibi organlarının olduğunu iddiâ eden sapık fırka. Bid’at fırkalarından biri olan müşebbihe, esasta ikiye ayrılır. Birincisi, Allahü teâlânın zâtını insana benzetenlerdir (Bkz. Mücessime). İkincisi ise, Allahü teâlânın sıfatlarını insanların ve diğer yaratılmışların sıfatlarına benzetenlerdir. Eshâb-ı kirâm ve Tâbiîn; Kur’ân-ı kerîm’deki Allahü teâlânın zâtı ve sıfatlarıyla ilgili âyet-i kerîmelerin ilâhî kelâm olduğuna hükmederek ona îmân etmişler, tevîline, yorumuna girişmemişler, bununla berâber teşbîhi de düşünmemişler; “O âyetleri nasıl geldiyse öyle okuyunuz. Yâni onların…

Read More

Şiîlik

Hazret-i Ali ve çocuklarına sevgi, bağlılık iddiâsıyla ortaya çıkan, halîfeliğin yalnız onlara âit olduğunu söyleyen dînî ve siyâsî hareketin adı. Kelime mânâsı “taraftarlık” demektir. Şiîlik inancında olana “Şiî”; Şiî topluluğuna ise “Şîa” denir. Buna göre Şîa “taraftarlar” demektir. İlk önce hazret-i Ali ve çocuklarına sevgi ve bağlılık gösterenlere ve Eshâb-ı kirâmın hepsini sevenlere Şîa-yı Ali denilmişti. Bunlara Şîa-yı ûlâ (ilk Şiîler) da denir ki, tamâmı Peygamber efendimizin ve Eshâbının yolundaydılar. Daha sonra Eshâb-ı kirâmı sevmeyenler ortaya çıktı. Bunlar Şiî adını alınca, Eshâb-ı kirâmı sevenler, isim benzerliği olmaması için kendilerine “Ehl-i…

Read More

Bid’at Fırkaları

Eshab-ı kiramın, Peygamber efendimizden “sallallahü aleyhi ve sellem” bildirdikleri doğru itikad olan Ehl-i sünnet yolundan ayrılanlar. Bid’at fırkalarının aslı dokuzdur: 1) Şia, 2) Mutezile, 3) Havaric (Hariciler), 4) Cehmiyye, 5)Mürcie, 6) Neccariye, 7) Dırariyye, 8) Kilabiyye, 9) Müşebbihe. Bunlar kollarıyla birlikte yetmiş iki kısım oldular. Asr-ı seadetde Peygamber efendimizin sohbetleri bereketiyle Müslümanların imanları tertemizdi. Eshab-ı kiram (Peygamber efendimizin arkadaşları), herhangi bir konuda müşkülleri (problemleri) olursa, Resulullah’a sorarlar, cevabını öğrenirlerdi. Akaid hususunda (inanılacak şeylerde) aralarında hiç ayrılık yoktu. Peygamber efendimizin vefatlarından sonra, İslam düşmanları, Müslümanların arasındaki iman birliğini bozmak istedi. Abdullah…

Read More

Müceddid

Unutulmuş olan din bilgilerini meydana çıkaran, dîni bid’at ve hurâfelerden (dinde sonradan ortaya çıkarılan şeylerden) temizleyen, dîni kuvvetlendiren. Müceddid lügatte yenileyici demektir. İlk Peygamber hazret-i Âdem’den “aleyhisselâm” sonra, insanlara her bin senede yeni din getiren bir resûl (peygamber) gelir, evvelki dinde yapılan değişiklikleri bildirirdi. Her yüz senede ise bir nebî (peygamber) gelir, din sâhibi peygamberin getirdiği dîni değiştirmez, kuvvetlendirirdi. Son peygamber Muhammed aleyhisselâm gelinceye kadar böyle devâm etti. O’nun getirdiği İslâmiyet son din oldu. Kur’ân-ı kerîmde Âl-i İmrân sûresi seksen beşinci âyetinde meâlen; “Muhammed’in (aleyhisselâm) getirdiği İslâm dîninden başka din…

Read More

Kıyas

Alm. Analogie (f), Fr. Analogie (f), İng. Analogy. İslâm dînindeki hükümlerin dört kaynağından biri. Lügatte “bir şeyi takdir etmek, ölçmek, karşılaştırmak ve iki şey arasında benzerlikleri tesbit etmek” mânâlarına gelir. Kıyas; dînî hükümlerin delillerinden biridir. İslâmiyette bir mesele hakkında hüküm vermek için, önce Kur’ân-ı kerîmde delil aranır. Bulunamazsa, Peygamber efendimizin sözlerinde ve işlerinde aranır. Kur’ân-ı kerîmde ve hadîs-i şerîflerde bulunamazsa Eshâb-ı kirâmın icmâına, söz birliğine bakılır. Bu üç kaynakta, hüküm vermek için bir delil bulunamazsa, müctehid olan bir âlimin kıyas yoluyla elde ettiği hüküm alınır. Buna “re’y” veya “ictihad” denir…

Read More

İcmâ

Bir asırdaki müctehid âlimlerin söz birliği. İslâm dînindeki fıkıh bilgilerinin dört kaynağından biridir. Din bilgilerinde senet, kaynak dörttür. Bunlar; Kur’ân-ı kerîm, hadîs-i şerîfler, icmâ ve kıyâs (ictihâd)tır. Din bilgilerini açıklayan İslâm âlimleri, bir işin nasıl yapılacağını Kur’ân-ı kerîm’de açık olarak bulamazlarsa, hadîs-i şerîflere bakarlar. Hadîs-i şerîflerde de bulamazlarsa, bu iş için icmâ varsa öyle yapılmasını bildirirler. Eshâb-ı kirâmın, Tâbiînin, yâni Eshâb-ı kirâmı gören ve tanıyan İslâm âlimlerinin ve onları görenlerin icmâı, din bilgilerinde delildir, senettir. Daha sonra gelenlerin ve İslâm âlimi olmayan kimselerin yaptıkları, söyledikleri şeye icmâ denmez. Şiîler, Vehhâbîler…

Read More

Sünnet

Alm. Sunna (f), Fr. Sunna (f), İng. Sunnah. Din bilgilerinde senet, kaynak olan dört delilden biri. Sünnet lügatta yol, kânun, âdet mânâlarına gelir. Dînî terim olarak sünnet kelimesinin dînimizde üç mânâsı vardır: Kitab ve sünnet birlikte söylenince, kitap Kur’ân-ı kerîm, sünnet de hadîs-i şerîfler demektir. Farz ve sünnet denilince, farz Allahü teâlânın emirleri, sünnet ise Peyamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellemin” sünneti, yâni emirleri demektir. Sünnet kelimesi yalnız olarak söylenince, İslâmiyetin bütün hükümleri demektir. Fıkıh kitapları böyle olduğunu bildiriyor. “Sünnetimi terk edene, şefâatım haram oldu.” hadîs-i şerîfinde sünnet demek, İslâmiyet yolu…

Read More

Bel’am bin Baura

Musa ve Yuşa aleyhimesselam zamanlarında yaşayan, İsm-i azam duasını bilip, her duası kabul olurken, dünyaya meylettiği için doğru yoldan ayrılan kimse. Musa aleyhisselam vefat ederken yerine Yuşa bin Nun aleyhisselamı halife bıraktı. Allahü teala Yuşa aleyhisselamı da İsrailoğullarına peygamber olarak vazifelendirdi. Yuşa aleyhisselam, İsrailoğullarının başında olduğu halde Arz-ı mev’ud denilen bölgeye gidip, Eriha ve İlya (Eyliya) şehirlerini fethettikten sonra, Belka şehrini kuşattı. Belka şehrinin Belak ismindeki zalim hükümdarı, Yuşa aleyhisselama karşı aciz kalıp, İsm-i azam duasını bilen, her duası kabul olan, ilim ve ibadette yüksek, sözlerini yazıp istifade etmek için…

Read More

Harâm ve Helâl

Allahü teâlânın açıkça yasak ettiği, kullanmamıza izin vermediği zararlı çirkin iş veya davranışlar (haram); izin verdiği şeyler (helâl). Her şeyi yaratan ve her şeyin sâhibi, mâliki olan Allahü teâlâdır. O, çeşitli hikmetlerle, yarattığı bâzı şeyleri kullarına yasak etmiştir. Bu yasakların her birinin ayrı bir hikmeti ve sebebi vardır. Mülk sâhibi o olduğu için dilediği gibi tasarruf etmektedir. Kul bu yasaklarla imtihan edilir, denenir. Haramlar çok azdır. Helaller ise pek çoktur. Her dinde îmân bilgileri aynı ise de, emir ve yasaklar, haram ve helâller başka başka olmuştur. Kıyâmete kadar değişmeyecek en…

Read More

Lokman Hakîm

Peygamber veya velî. Dâvud aleyhisselâm zamânında, Arabistan’ın Umman tarafında yaşadı. Dâvud aleyhisselâmla görüşüp ondan ilim öğrendi. Dâvud aleyhisselâma peygamberlik bildirilmeden önce, müftî olan Lokman Hakîm, Dâvud aleyhisselâma peygamberlik bildirildikten sonra fetvâ vermeyi bıraktı. Dâvud aleyhisselâma ümmet oldu. Kendisine hikmet verildi. Eyyûb aleyhisselâmın teyzesinin oğlu olduğu da rivâyet edilmektedir. Fransız bilginlerinin, Calinos’un (Galen’in) bir adı da Lokman Hakîm idi demeleri yanlıştır. Çünkü Lokman Hakîm, Dâvud aleyhisselâm zamânında; Calinos (Galen) ise, ondan bin yıl kadar sonra yaşamıştır. Lokman ismi Kur’ân-ı kerîm’de geçmekte olup, bir sûreye (otuz birinci sûre) Lokman ismi verilmiştir. Bu…

Read More

Yörük Ali Efe

Kurtuluş Savaşında Ege bölgesinde faydalı hizmetleri görülen bir efe. 1896 senesinde Sultanhisar’ın Kavaklı köyünde doğdu. Köklü bir âileye mensup olan Yörük Ali, 1916’da İzmir’de askerliğini yaptığı sırada bir hakâreti hazmedemeyerek dağa çıktı. Üç yıl süren çete hayâtından sonra hükümete teslim oldu. Yunanlıların Anadolu’yu işgâle başlamasından sonra, adamlarını tekrar toplayarak işgalcilere karşı çete savaşlarına başladı. Yörük Ali Efenin bu karşı harekâtı, İzmir ve Aydın bölgesinde Millî Mücâdelenin başlangıcı oldu. Çok geçmeden alay seviyesinde askere sâhip olan çete, “Millî Aydın Alayı” olarak anılmaya başlandı. Zaman zaman Kıllı Efe ve Demirci Efe ile…

Read More